Bölüm 36

2.6K 115 40
                                    

Karanlığı bölen cılız bir ışık gibi avuç içlerine düşürdüğü kar tanelerini yaktı. Ağır ağır kapattıkça kara zindanlarını kesildi ışık. Yanacağı yokken ağzı açık aç köpekler gibi bekledim önüme bir kadeh sevgi körünü dökmeni. İçimde senden kalan ne varsa, önüme atmayı kendine sakladığın o sevgi körünün hatırına, tükürdüm. Tükürdüğüm yerleri yaktım o duvarlarının heybetli kudretine inat. Öyle yüksek duvarların vardı ki henüz bitmedi, sönmedi yaktığım hiçbir anım. Keşke seni saf taşımaya izin verseydin harabe ettiğin her bir semtimde.

Ancak tüm siyahlar kirlendi şimdi ve beyazlar utanç içinde.

Sustu içimdeki yorgun yüzüm, sağ elimle solumdaki duvara cephe alırken. Kafamı çevirmeye korktuğum manzara göz kapaklarıma çizerken kendini sustu içimdeki yorgun yüzüm.
"Evet Rengin Kayahan, umarım beni hala hatırlıyorsundur." göç yollarında kuşların kayboluş gülümsemesi yüzüne dahada bütünleşti. Sol elimin yumruğundan aldığım son radde sesimle temkinli yaklaştım "Nasıl unutabilirim, Ece Den.." beklediği kelimem bunlarmış gibi iğrenç gülümsemesini bozmayacak dudak hareketleriyle konuştu. "Yanlış, sen çok uzak kaldın Ankara'dan tabi bilemezsin sana kızmıyorum." kaşlarımı çatarak devam etmesini beklerken kendinden o memnun tavrı beni çileden çıkartıyordu. "Artık odana geçebilir miyiz sana ihtiyacım var." başımla onaylayarak yukarı çıkmaya başladım. On yıl sonra isteyecek günü bulmuştu, uğursuz karı.

Odaya girdiğimde oturması için koltuğu işaret ettim, o sırada dosyasını masamın üzerine yerleştirdi. Elime alıp "Sorunun nedir?" dememe kalmadan sabahtandır okumayarak geçiştirdiğim dosyadaki gerçeği en az on defa hatta hecelerle tekrar tekrar okudum. Gözlerimin kızardığını ben donarken etrafın cehenneme döndüğünü hissettim. Tek bir cümlede yan yana gelmesi imkansız iki kelimeyi kendi dudaklarım arasından çıkardım.

"Ece Uysal."

Oturuş tarzı dikleştiğin de gözlerimi birkaç saniye yumdum, bana kazandıracağı zerre hatırı olmamasına değin. Ve yine o iğrenç ses odamın dört bir duvarından çarparak kulaklarıma yetişti. "Evet ta kendisi," dudaklarım aralanık onu seyrederken serçe parmağı büyüklüğünde tek taşını masamın ortasına kadar getirmeseydi yinede fark edebilirdim. "Ama artık çok sıkıldım ben Uysal dan.." deyip dudak büktüğünde sinirle önce saçlarımı karıştırıp masaya sert bir şekilde vurdum. "Bu saçmalık çok fazla" ayağa kalktım ve o buram buram para kokan ceketinden tutup kaldırdım. "Şimdi, def olup gidebilirsin." bana boş boş bakmaya devam ederken sesimi bir kez daha yükselttim, omzundan ittim. "Heyy kime diyorum duymuyor musun? Baromdan def ol git."

Tiksiniyormuş edasıyla kırıştırdığı burnuna hal ve hareketlerini de ekleyerek sandalyeye gömülüp bizi korku ve temkinle bekleyen Renginin kolundan sıktı ve sürükleyerek götürdü. Arkasında bıraktığı ağlama sesiyle beraber derin bir nefes aldım ve sessiz sessiz söylendim.

"Bir elinde cımbız, bir elinde ayna. Umurunda mı dünya."

Oluşan kargaşada devirdiğim sandalyem ve dosyalarımı kaldırmaya fırsat vermedim kendime ve attım kendimi dört duvar arasından.

İçimdeki hissin hiçbir tarifi yok, içimden kopanların haddi hesabı kesilmez. Nefes aldıkça düşen omuzlarım hala beni o aciz halime döneceğime ikna ediyor. Ağlayarak kaybedeceğim vaktimi sigara ve deniz havasına vermeye çalıştıkça etraftan yükselen her müzik sesi kanımı bu sıcakta dondurmakta. Bu kadarı fazla, bu kadar tesadüf çok fazla. Her yılın bugününü kendime zehir etmişken, hayatına 'namus' diyerek beni almayan adam, üzerimden kaç oyun geçirmiş. Üstelik kızına ismimi verecek kadar da adileşmiş.

Acımasız KralHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin