Kapı tamamen açıldığında, sonsuz bir boşluk vardı. Bir zifiri boşluk... Kapıya yaklaşıyorlardı. Ya şimdi atlayacaktık. Ya da o kabindekiler gibi hapsolacaktık. Bu sefer pek bir çıkışımız olmazdı. Umar'la kenetlenen ellerimize bakıp, göz göze geldik. Ve aynı anda ağzımızdan çıkan sözler tüm uzay boşluğunu doldurdu.
"YA ŞİMDİ YA DA HİÇ!"
...
Günlerce düşmüşüz gibi hissettiren düşüş sonunda bitmişti. Uzun bir süre,
"Bana meteorun biri çarsa mı artık yoruldum düşmekten!" diye bağırdığımı hatırlıyorum. Fakat bir taş çarpmamış biz bir taşa çarpmıştık. Son süratle bir yer kürenin içine doğru fırlatılmıştık. Bu bizi o kadar yormuştu ki. Sürekli bir yerden bir olaydan ona doğru savruluyorduk. Bu seferde bir bilim kurgunun içindeydik. Yani dünya objesini gören bir bilim kurgu diye hatırlıyordum. Ama okuduğum bir kitap değildi. Çünkü hiç bir kitabımı okurken etrafta yüzlerce farklı ağaç olan bir sahne canlanmamıştı hafızamda. Bulunduğumuz yer masalımsıydı. Her yere, her şeye yaz gelmiş gibi. Taze, canlı ve etkileyiciydi. Etrafı gezmeye karar verdik Umar'la. Bir ormanda olduğumuz için en mantıklı yol ağaca tırmanıp nerede hangi yılda olduğumuzu tahmin etmekti. Umar belimden tutarak ağaca tırmanmamı sağladı. Ağacın dallarına basa basa yukarı çıktım. Gökyüzünü görene kadar yükseldim. "EE neredeymişiz?" diye bıkkınlıkla bağıran Umar'ın sesini duydum. Fakat verebileceğim hiç bir cevap yoktu. Ellerimi gözüme siper edip daha uzağa bakmaya çalıştım. Buraya geldiğimizden beri her şeyle karşılaşmıştık. Ama bu? Burası da neyin nesiydi şimdi? Yukarıya çıktığım yoldan aşağı inmeye başladım. En son dala geldiğimde aşağı atladım. Umar gözümün içine yeni bir fiyasko yaşama umuduyla bakıyordu.
-Nerede olduğumuzu diyebilir misin? Yeterince gizem yarattın bence.
+Umar, biz hiç bir yerdeyiz.
-Nasıl yani?
+Uzağa baktıkça gökyüzü bembeyaz bi kağıt gibi görünüyor.
-Nasıl olur bu?
Arkamızdaki çalılardan ses geldi. Umar beni arkasına alıp çalılılardan çıkacak olası tehlikeyi beklemeye başladık. Bir ses daha, sonra başka bir taraftan homurdanma sesi. Çalılıklardan bi çift uzun kulak çıktı. Çok tatlı bir tavşandı. Bize sevimli sevimli bakarken diğer taraftan tekrar bir ses geldi. Kafamızı çevirmeye kalmadan, çalılardan bir vücut çıktı. Tavşanın üzerine atlayıp ona saldırmaya başladı. Umar'la ben sırtımızı ağaca dayamış bu doğa olayının bitmesini bekliyorduk. Tavşanı yiyen her neyse vücudu insana çok benziyordu. Saçları uzundu fakat kulakları o kadar sivri ve uzundu ki saçları kapatamıyordu. Yemeği bitikten sonra bize döndü. Kolunun tersiyle ağzındaki kanı sildi. Yerdeki ince bir odunla ağzındaki sivri dişleri temizlemeye başladı. Umar bu görüntüye en mantıklı soruyu sorarak konuşmayı başlattı.
(Yazardan not; Bölümlerde " ^,&,* " işaretler insan dışında konuşanlar için geçerli olacaktır.)
-Sen nesin böyle?
^Adım Servidor. Buradaki kralın kölelerinden biriyim.
+İsminde bu anlama geliyor. Hizmetkar ?
Son kelimeyi dediğim anda gözleri kocaman açıldı. Kafasını en yakınındaki ağaca vurmaya başladı. Sonra az önce yediği tavşanı istifra etti. İğrenç bir manzaraydı. Yerdeki taşlardan birini alıp kafasına vurmaya başladı. O kadar sert vuruyordu ki bir kaç darbede kafasını kıracak gibiydi. Çığlık ata ata kendini öldüren biri vardı karşımızda. Kafasından ağzından kanlar akıyordu. Ne kadar durmasını söylesekte bir işe yaramadı. "Çık kafamdan" diye bağırıyordu. Servidor kendini en acı şekilde öldürürken, ağaçtan biri indi.
*SERVİDOR!
Diye çığlık attı. Servidor uyanmış gibi kendine geldi. Elindeki kanlı taşa bakıp, ağaçtan inen perimsi varlığa sarıldı.
^Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim Curador.
*Çok kan kaybetmişsin. Yere otur.
Servidor çimlerin üzerine oturup gözlerini kapattı. O kadar kan kaybetmiş biri gülümsemezdi dimi? Servidor'un yüzünde güller açıyordu. Adının Curador olduğunu öğrendiğim, sarı saçlı sivri kulaklı yaratık ellerini Servidor'un üzerinde gezdirdi.
*REPONERSE!
Fransızcaydı dediği kelime. İyileş demişti. Adının anlamı şifacı olandan beklenebilecek bir hareket. Servidor' un etrafında renkli bir gaz bulutu oluştu. Sis gibi görüntünün ardından mutluluk nidaları geldi. Sonra sisler yok olmaya başladı. Servidor, yani hizmetkar, gülümseyerek yerden kalktı.
^Minnettarım.
*Şimdi saraya, olman gereken yere git. Bir daha seni Bosque encantado 'da görmeyeceğim.
Büyülü orman? Bulunduğumuz yerin adı bu muydu? Peki biz bu büyülü ormanda ne yapacaktık?
Şimdi de masal karakterleriyle mi uğraşıcaz? Servidor gözden kaybolana dek koştu. Gittiğinden emin olduktan sonra Curador'un ağzından siyah bir duman çıkmaya başladı. Yere oturup çok yorulmuş gibi sırtını taşa dayadı.+Curador iyi misin?
*Servidor'u iyileştirdiğim için oluyor bu.
-Sen nesin peki?
*Yaralı olanları iyileştiriyorum.
+İsimleriniz Fransızca, fakat Türkçe konuşuyorsunuz. İsimlerinizin anlamını duyunca delirmişe dönüyorsunuz. Neden?
*Kral büyücünün emri bu. Bende Servidor'un anlamının hizmetkar olduğunu biliyorum. Kral büyücünün ismi ise Rey mago. Ama kendi ismimizin anlamını bilmemiz yasak. Duyarsak kafamızdan çıkması için kendimize zarar veririz. Ta ki borrado de memoria olana kadar.
+Hatıra silinmesi?
*Fransızcan iyi galiba?
+Galiba...
*İzninizle, gitmem gerekiyor. Yabancılarla bu kadar konuşmamız yasak.
Curador ayağa kalkıp gitti. Umar'la baş başa kaldığımızdan emin olduktan sonra konuşmaya başladık.
+Umar ben Fransızca bilmiyorum. Acaba hafızam silinmeden önce mi öğrendim, biliyor musun?
-Senden emin değilim ama ben hiç öğrenmedim. Bundan eminim.
+Yani sende mi denilenleri anladın?
-Evet az önce denilen her şeyin anlamını biliyorum.
+Bu nasıl olur?
-Bilmiyorum fakat başımıza yine bir dizi olay gelecek gibi.
Arkamızda hırıldayan binlerce canlıyı görününce gibiden fazla olduğunu anladık. Bu canlıların çoğu da kolyeme odaklanmış bir halde sinirliydi.
Ve bölüm bitti. İyi okumalar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ABİS
Teen FictionSabahın ilk ışınlarında uyanıp misler gibi güne başlamak yerinde bir anda çakan şimşek sesiyle uyandım. Etraf zifiri karanlıktı. Saat 4:30'du. Kolyemde elimi gezdirirken bir anda odamın kapısının önünden bir gölge geçti. Umursamadım. Ta ki evde yaln...