Sekiz aylık hamile bir kadın olarak, hayatımın en ama en berbat günlerinden birini geçirmiştim.
Bebek kıpırdayıp durduğu için gece boyunca uyuyamamış, sabah erkenden de kalkıp okula gelmiştim. Orada da kilo aldığım ve bana hiç yakışmadığı hakkındaki saçma sapan lafları dinlemiş, dönüş yolunda telefonumu düşürüp kırmıştım. Üzerine de bindiğim otobüs arıza yapınca yarım saat boyunca diğer otobüsün gelmesini beklemiştim.
Normalde gittiğim saatten iki saat geç konukevine döndüğümde yorgunluktan bayılmak üzereydim. Şu sıralar hemen tıkanıp nefes nefese kaldığımı da hesaba katarsak, kendime fazla yüklenmemek için biraz yavaş yürümüştüm.
Konukevinin önüne ulaşır ulaşmaz kapının önündeki kalabalığı gördüm. Chan bir ileri bir geri yürürken yanındaki arkadaşları onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Geciktiğim için endişelenmiş olmalıydı, telefonum kırıldığı için arayıp haber bile verememiştim.
Yanlarına doğru yürümeye devam ettim. Beni ilk fark eden Changbin olmuştu. "Geliyor işte!" diye bağırdı beni işaret ederek. Hepsi aynı anda bana dönünce derin bir nefes alarak elimdeki çantayı daha sıkı tuttum.
"Demiştim bir şeyi yoktur diye." dedi Seungmin.
Chan koşarak yanıma geldi ve artık kocaman olan karnımın izin verdiği ölçüde sarıldı. Birkaç saniye sonra geri çekilip çattığı kaşlarıyla birlikte bana kızmaya başlamıştı.
"Neredesin sen? Bu saate kadar ne işin vardı dışarda? Hadi vardı, niye bana haber vermiyorsun? Öldüm meraktan. Baban olacak piç bir şey yaptı ya da erkenden doğurdun sandım."
Elimdeki çantayı taşıması için ona uzattım, ayakta zor duruyordum. İtiraz etmeden alırken ne hâlde olduğumu fark edip koluma girdi ve yürümeme yardım etti.
"Telefonum kırıldı, o yüzden arayamadım seni. Gelirken de otobüsün motoruna mı ne bir şey oldu. Başka bir otobüs beklemek zorunda kaldım."
Chan tereddüt etmeden, "Bundan sonra sana iki telefon birden vermek lazım." diyince gözlerim büyüdü. O kadar parayı nereden bulacaktı acaba? Ev kiralamak için biriktirdiğimiz parayı harcayamazdık, hem gerek yoktu.
"Yok daha neler." dediğimde Jeongin de bana destek çıkmıştı.
"Bence de hyung, abartmaya gerek yok. Bundan sora ben bırakırım onu konukevine, için rahat olsun."
Chan itiraz etmedi, edemezdi de zaten.
"Gidip yemek yiyelim mi?" diye soran Minho'yu herkes onaylayınca yakınlardaki bir restorana girip sipariş vermiştik.
•••
Tuttuğumuz stüdyo daireyi temizlemek için hepimiz kolları sıvamıştık. Bana iş yaptırmıyor olsalar da başlarında durup nasıl temizleyeceklerini söylüyordum. Gerçi bunu yapmama bile sinirleniyorlardı.
Jisung sızlanarak, "Ya yenge git ne olur, ben biliyorum temizlik yapmayı." diyince güldüm. Hyunjin ile birlikte camları siliyordu.
"Pek biliyor gibi değilsin Jisung, daha iyi ovala orayı. Hep leke var, bak." dediğimde somurtup sertçe ovalamaya başlamıştı.
Onu rahat bırakmaya karar verdim ve mutfak dolaplarını silen Minho ile Chan'a doğru ilerledim. Onların yanına ilerlediğimi fark edince Minho, "Düzgün sil, patron geliyor." demiş ve kıkırdamıştı.
Chan bana bir bakış attıktan sonra kaşlarını çattı. "Niye hâlâ ayaktasın bebeğim? Oturduğun yerden de kontrol edebilirsin."
Birkaç adım atmış olmama rağmen nefesim daralmıştı. Tezgaha yaslanarak nefeslenirken cevap verdim. "Hepiniz bir şeyler yaparken oturmak içime sinmiyor. Yemek yapmama da izin vermediniz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blueprint | Bang Chan
Fanfiction[Chan ile karşılaşana kadar, hayatımın ne kadar renksiz olduğunun farkında bile değildim. Aslında... sanırım hayatıma renk katan Chan'ın ta kendisiydi.] Kapak: @stay_rsn ♡♡