Nasıl ayırt ederim bir bakışta
Seveni sevmeyenden?⚜
Courtney Williams, Mycroft Holmes'u neredeyse iki yıldır tanıyordu. Onun tarafından bir dava için kullanılıyor oluşunu öğreneli ise yaklaşık iki saat olmuştu.
İşin aslı, Mycroft'un ruh eşi olduğunu düşünürdü Courtney ve ikisinin ne kadar uyumlu olduğu konusunda düşüncelere kapılırdı daima. Planlanmadan uyumlu giyinirler, bazen sinir bozucu denilebilecek sıklıkta aynı anda aynı şeyleri konuşurlar ve çoğu zaman kelimelere gerek kalmadan, sadece yoğun bir göz temasıyla anlaşırlardı. Tartıştıkları zaman ise ikisinin de dili zehir akıtırdı.
Courtney, Mycroft'a sırılsıklam aşık olduğunu inkar edemezdi. Apaçık onun tarafından kandırılıyorken bile incinmiş sevgisi ve kadife kumaşlara sardığı sıcacık kalbiyle tamamen ona aşıktı, ona aitti.
Ona olan aşkı nehirlerin denize, denizlerin okyanuslara dökülmesi gibi birikerek çağlıyor ve asla azalıp yok olmuyordu. Bazı zamanlarda bunu nasıl dizginleyeceğine dair endişeye kapılsa da, onu bu şekilde sevmekten şikayetçi değildi. Yoğun ve stresli geçen bir günün ardından onu yatağında, kendisinden başka kimsenin onu bu şekilde dağılmış görmeyeceğinin uyuşturucu zevki ve kibriyle uyurken seyretmek tüm endişesini yatıştırıyordu.
Evet, ona hala aşıktı. Onun elinden ateşlenen bir kurşunla son nefesini verecek olsa bile ona olan aşkından vazgeçemeyecekti. Bunun zavallılığı onu kavuruyordu çünkü biliyordu ki Mycroft için sadece iş vardı. İş, iş, iş... O, hayatında aşka çok az yer verirdi. Oysa Courtney'nin hayatı ağzına kadar aşk ve tutkuyla doluydu. Aklı da pek çalışmazdı. Kendisini ben bilgiliyim diyemezdi. Matematikten, kimyadan veya tarihten anlamazdı. Birisiyle laf dalaşına girdiğinde asla kazanamazdı. O, pazarlık yapmayı bile beceremezdi. Şarkı söyleyemez, resim çizemez, berbat yemek pişirirdi.
Ama sevgi nedir iyi bilirdi ve Mycroft'u hep çok sevmişti. Onun gibi olamasa bile, hatta onunla hiçbir ortak yönleri olmasa bile onu sevmişti. Hep onun yanında olmak, hep onun olmak istemişti ve hayatında hiçbir şeyi bu kadar derinden istememişti.
Ona dokunmak, onu öpmek, kokusunu hissetmek ya da en basitinden, sadece onun desteğini ve varlığını uzaktan dahi olsa hissedebilmek, doğum günü pastasını üflerken dilediği şeyin gerçek olmasından bile daha iyiydi.
Mycroft onun yüzüne baktığında ve ona nadiren de olsa nasıl olduğunu, gününü nasıl değerlendirdiğini sorduğunda Courtney deli olurdu sevinçten. Onun tarafından önemsenmek veya değer verilmek, ne derseniz deyin adına, bu onu mutluluktan kederlendirirdi. Onunla ılık kırmızı şarabını içerken, şömine karşısında oturmak ve yüzeysel de olsa sohbet edebilmek en zevk aldığı aktivitesiydi. Onun soluk kahve gözleriyle ne zaman temas etse kendi gözleri, bu saniyelik anı haftalarca düşlerdi. Ne zaman bir şeyler okuyacak olsa, gözlerinin önündeki sayfalar dolusu satırlar yok olur ve ona sadece o soluk kahve gözler kalırdı. O gözleri belki bir gün olur da göremez diye sürekli düşleyerek, hayranlıkla hafızasına kazırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝗹𝗶𝘃𝗲 𝗮 𝗹𝗶𝗲 | 𝗺𝘆𝗰𝗿𝗼𝗳𝘁 𝗵𝗼𝗹𝗺𝗲𝘀
FanfictionCourtney, Mycroft Holmes'a sırılsıklam aşıktı ve bunu ona asla konduramıyordu.