Çamurlara batmış zavallı ruhum benim
Çırpındıkça batan, battıkça çırpınan ruhum!⚜
Courtney, kaybedilmiş güveni ve incitilmiş kalbiyle birlikte kendi evine döndüğünde aklında olan tek şey bir an önce uyumak ve uyandığında her şeyin bir kabustan ibaret olduğunu görerek derin bir soluk vermekti. Yaşadığı bu korkunç şeyin herhangi bir gerçeklik payı olamazdı. Öyle inanmıyordu ki saf yerine konulup aldatıldığında, odasına çıktığında Mycroft'u kendi yatağında uyurken bulacağını sanıyordu. Bir an önce soyunmak ve onun sıcaklığına sokulmak istiyordu.
Bunun hayaliyle hızlı hızlı evinin kapısına giden çakıllı patikada yürürken, hayat sanki ağır bir tokatla onu gerçekliğe döndürmek istiyormuş gibi zihnini bulandırdı. Courtney beklenmedik bir şekilde tökezleyip feci şekilde yere düştüğünde ağzı açık çantasının içindeki tüm ıvır zıvırlar etrafa saçıldı. Tatlı bir renkte olan kırmızı allığı kırılmış, açlığını bastırmak için birkaç parça yediği ve gerisini ambalajında sakladığı elmalı kurabiyeleri çamura bulanmış, çalışırken kullandığı numaralı gözlüğünün camı üzerine düştüğü için kırılmıştı.
Acıyla sızlandı Courtney yerden kalkmaya çalışırken. Dizleri parçalanmıştı ve açık yaradan içeriye küçük çakıllarla birlikte çamur dolmuştu. Gecenin ayazında üşüyen ve kızaran burnunu çekti acınası bir çaresizlikle. Kimse düşüş anını görmediği için şanslı sayılırdı. Panik halinde çamurlu kurabiyeleri ayak altında ezilmemesi için toparlamaya çalışırken dizleri sızladı. Aldırmamaya çalışarak elindeki kurabiyelerle birlikte ayağa kalktı. Yağmurla birlikte biraz kar da yağdığı için iri ve ıslak çakılların üzerinde yürümeye çalışmak buz tutmuş bir gölün üzerinde yürümek gibiydi. İkinci kez düşmemek için çaba göstererek kurabiyeleri bir çalının dibine bıraktı. Daha sonra kırık gözlüğünü, yerdeki birkaç bozuk parasını ve allığıyla birlikte çantasını da aldı yerden.
Kendisini nihayet evine atabildiğinde Rapunzel'in üvey annesi tarafından bir kuleye kapatılması gibi, birinin de zorla kendisini eve kapatmasını diledi. Bunu kendi başına yapamayacaktı çünkü belli ki. Uzunca, çok uzunca bir süre dış dünyadan soyutlanmak ve dinlenmek istiyordu. Çünkü kalbi gerçekten çok kırılmıştı ve onarılmaya ihtiyacı vardı.
Düşünceleri o kadar derin ve fazlaydı ki parçalanmış dizleriyle ilgilenmeyi unuttu. Botlarını çıkardı, adeta sürünerek yatak odasına gitti. Trençkotunu da çıkartıp çantasıyla birlikte yere fırlattıktan sonra yüzüstü yatağına attı kendisini. Ama hemen sonra bunu yapmamış olmayı diledi çünkü bütün çarşafları Mycroft kokuyordu. Tütün yaprağı, kızarmış meşe ve kumarin. Bu kokuyu tarif etmek zordu.
Courtney acınası bir halde sızlanarak gözlerini kırpıştırdı ve birkaç damla yaşın yanaklarından hızlıca süzülüp çarşafı ıslatmasına izin verdi. Onun varlığına çok çabuk alışmıştı, yokluğuyla nasıl baş edeceğini ise bilmiyordu. Mycroft tek başına ona kocaman bir aile olmuştu. Zor zamanlarında desteğini, stresli anlarında sevgisini ve şefkatini vermişti. Kaybolduğunda ona yol olmuş, kafası karıştığında hep el uzatmıştı. Courtney hayatta başarısızlık üstüne başarısızlık yaşasa bile hiçbir zaman tasalanmamış, "nasılsa yanımda o var" diye düşünmüştü hep. Ama şimdi hem başarısızdı, hem de yanında kimsesi yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝗹𝗶𝘃𝗲 𝗮 𝗹𝗶𝗲 | 𝗺𝘆𝗰𝗿𝗼𝗳𝘁 𝗵𝗼𝗹𝗺𝗲𝘀
FanfictionCourtney, Mycroft Holmes'a sırılsıklam aşıktı ve bunu ona asla konduramıyordu.