Beklerim seni
Gökyüzündeki son yıldız yanıp kül oluncaya kadar...⚜
Mycroft daireden çıktığında dışarıdaki sert ayaz yüzüne çarparak gözlerini sulandırdı. Bir yandan karanlık sokakta hızlıca yürürken, diğer yandan paltosunun yakalarını yukarı kaldırarak kendisini soğuktan korumaya çalıştı. Taksiye binebilirdi ama o yürümek istedi. İçi öyle sıkılmıştı ki, soğuk havayı hem ağzından hem burnundan çekerek biraz olsun ferahlamaya çalışıyordu. Kolay kolay soğuktan etkilenen biri değildi ancak bu gece üşüdüğünü hissediyordu. İçinde bir alev yansa da dışı, dünyanın tüm yüzüne gösterdiği yanı, soğuktan çatlıyordu.
Buzdan bir adam gibi görünebilirdi ancak onun da duyguları vardı. Courtney'i herkesin içinde incittiği için kendisini takdir etmiyordu ve bunu yanlış olduğunu içinde bir yerlerde usulca hissedebiliyordu.
Açıkçası o, içinde olan biten tek bir şeyin bile doğru olduğunu hissetmiyordu. Courtney ile olması da yanlıştı; onu elinin tersiyle acımasızca kendisinden uzağa itmesi de. Onu başına gelebilecek kötülükler için koruması da yanlıştı; dışarıda öylece savunmasız bırakması da. Onu yatağına ve evine çekmesi de yanlıştı; yapayalnız bırakması da. Her şey yanlıştı ve karmaşıktı. Aşka inanmasa da, onu yaşadığını iddia edenlerin bu tür şeylerle mücadele ettiğini düşünmüyordu. Aşk böyle kaybolmuş ve yolunu kaybetmiş gibi hissettirmezdi.
Öyleyse Courtney ile her şey neden bu denli zordu?
Evet, bir oyun bile olsa onunla zamanını geçirmekten çok memnun kalmıştı. Sherlock'a söylediğinin aksine Courtney'nin işlerinden hiç anlamaması veya küçük bir kız çocuğu gibi davranması onu rahatsız etmemişti. Söylediklerinin tek kelimesini bile anlamamasına rağmen hiç sıkılmadan, dikkatle ve ilgiyle işi hakkında konuştuklarını dinlemesi onun için çok özeldi. Her gece eve döndüğünde uykusundan feragat edip kendisini kapıda karşılaması ona kendisini iyi hissettiriyordu. Hayatı boyunca tek bir an bile onun kendisini beklediği bilinciyle oluşan garip bir huzur haliyle gitmemişti evine.
Onunlayken işlerinin, kardeşinin, İngiltere'nin ve hatta dünyanın geri kalanının hiçbir önemi yokmuş gibiydi.
Stresli ve gergin olduğu dönemlerde ona sinir bozucu teselli sözleri vermeden sadece ellerini tutması ve ona sıcak, sevgi dolu bir öpücük verip her zaman yanında olacağını söylemesi ona farklı hissettirmişti. Başını belaya soktuğunda veya içinden çıkamadığı bir sorunla karşılaştığında kendisine yardım için koşması onu mutlu etmişti. Mycroft ona satranç oynamayı, her sabah kendisinin yerine yapmak istediği için kravatını bağlamayı ve Sırpça konuşmayı öğretmişti. Çoğu zaman ona bir baba şefkatiyle yaklaşmıştı ve ilgisini ondan esirgememeye özen göstermişti. Karşılığında da ondan, ailesinde bile tadamadığı yoğun bir sevgi almıştı. Aralarındaki ilişki gayet makul görünüyordu ve yolunda gitmeyen hiçbir şey yok gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝗹𝗶𝘃𝗲 𝗮 𝗹𝗶𝗲 | 𝗺𝘆𝗰𝗿𝗼𝗳𝘁 𝗵𝗼𝗹𝗺𝗲𝘀
Fiksi PenggemarCourtney, Mycroft Holmes'a sırılsıklam aşıktı ve bunu ona asla konduramıyordu.