bölüm 5: ceza.

3.6K 226 394
                                    

Ayaklarımı masaya koymuş, sandalyede geriye yaslanmıştım. Boş bir sınıfı ceza odası olarak kullandıkları için şu an sınıftaki öğretmenler masasına oturmuştum. En arka sırada oturan Çağan'ın bana baktığını fark ettiğimde gözlerimi ondan çekerek başka yerlerde gezdirirken sınıftaki herkese baktım. Esat cam kenarında uyuyordu, Yağız'dan en uzak bir sıraya geçmişti.

Leya da onun bir önünde oturmuş, kulaklık ile şarkı dinliyordu, gözleri kapalıydı. Mert, Deniz ile telefonundan oyun oynuyor, Yağız da boş boş oturuyordu. "Ne zaman gelecek şu hoca ya?" diye söylendi Yağız. "Bırak gelmesin. Böyle iyi." dedim sakin sakin. "Bir şey olmuş bence. Bizi bu kadar süre başı boş bırakmazlardı normalde." dediğinde Deniz, Mert ona döndü. "O ne demek ya? Başı boş falan. Hayvan mıyız biz?"

"Bazen."

İkisinin saçma konuşmalarına karşı gözlerimi devirirken, kapı açıldı. Bende hemen toparlanıp ayağa kalktım. İçeri ilk saçı başınık Beril, ardından Defne ve Ülkü girdi. En az hasarlı olan Defne'ydi. Bu da Ülkü ve Beril'in kavga ettiğini, Defne'nin de ayırırken hırpalanmış olduğunu gösteriyordu. Bu yüzden soracak sorumda yoktu. Sera Hoca onların ardından içeri girdi, yanında Selin Hoca vardı. Sanırım ceza da yanımızda kalacak kişiydi.

Selin Hoca edebiyat hocasıydı, iyi kalpli olmakta Sera Hoca ile yarışırdı. Sera Hoca, bize döndü, hepimize tek tek baktı. Yeşil gözlerindeki siniri her zamankinden daha fazla hissediyordum. Onun yerinde olsam çoktan bizi okuldan atardım. "Siz ne zaman ders alacaksınız?!" diye tısladı. Gözlerimi kaçırırken yalnız benim duyacağım şekilde mırıldandım. "Huyum kurusun, ben ders almam veririm." Ülkü duymuştu ama yakınımda olduğu için. Susmam için bana baktığında omuz silktim.

"Okuldan sonra iki saat buradasınız."

Elimi havaya kaldırdım. "Lavobaya gidebilir miyim, hemen şimdi?" Sera Hoca'nın onayından sonra eşyalarımı Ülkü'ye bırakıp sınıftan çıktım. Yalnız kalmama izin verilmediği için kızgındım. Tek başıma ceza almak istiyordum, ama bütün hepsi kaçmak istediğim herkes başıma toplanmıştı. Yüzüme soğuk su çarpmak iyi gelirdi diye düşünüyordum. Bu yüzden gerçekten lavobaya gittim.

Benim adım, Tuananaz Tiryaki'ydi, iki üç kelimeye yıkılmazdım tabii ki. Ama şu gerçeği de göz ardı etmek imkansızdı. Çağan'ın benim değil onların yanında olması... Şu zamana kadar cidden fark etmesem de bundan nefret ediyordum.

Suyu açıp avucumun içine dolan soğuk suyu yüzüme çarptım. "Çağan gitti, artık Kasırga'dan değilmiş. Ne oldu bilmiyoruz.." Deniz'in o gün parçalanmış şekilde yanıma gelip anlattıkları... "Yağız dedi ki, Çağan artık bizim gibilerle takılmak istemiyormuş." Bu da Mert'in cümlesiydi. Mert o dönem üzülmekten çok sinirlenmişti, hatırlıyorum. Ben ise tam tersi olarak ilk sadece üzülmüştüm. Sonra içimdeki her şey ciddi anlamda büyük bir sinire dönüştü.

"Çağan'a bak, Tuana... Senin yerini doldurmuş. Beril'e basketbol oynamayı öğretiyor."

Kafamda yankılanan Yağız'ın sesi ile derin bir nefes verdim. Aynada kendime bakarken, lavobanın üzerinde duran sabunluğu alıp aynaya fırlattım. Ayna paramparça olmuş parçaları etrafa saçılırken saçlarımı düzeltip gülümsedim. Üzerimi de düzelttim ve hiçbir şey olmamış gibi çıktım, lavobadan.

Sınıfa geri girdim, herkes sessiz sessiz oturuyordu. Selin Hoca yerime geçmemi söylediğinde bende etrafa baktım ve eşyalarımın koyulduğu sıraya geçtim. Ama tahmin edin kimim yanıydı? Çağan Efe Ak.

Sırama oturduğumda Selin Hoca, zaten ezbere bildiğim ceza sınıfı kurallarını saymaya başladı. "Cezaya kalan kimse ile konuşma, ya kitap oku ya da uyu. Sessiz ol... Bla bla..." Çantamdan müzik çalarımı almak için elimi çantama attım. Müzik çalarım ile birlikte elime bir kağıt parçası geldi, katlanmıştı. Üzerinde, "Tuana'ya." yazıyordu.

Lise Günlükleri ft. Tozkoparan İskender.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin