"Burcu Teyze bak-"
"Kesinlikle bahane duymak istemiyorum. Ne senden ne de Çağan'dan!" Dedi Burcu Teyze sinirli bir şekilde. Onu daha önce bu kadar sinirli görmemiştim. Oflayarak önüme döndüm. Çağan ön taraftan dönüp bana baktı tepkisizce ondan gözlerimi çektim. Yanımda oturan Yağız'ın arabaya bindiğimizden beri sesi çıkmıyordu.
Burcu Teyze'ye karşı mahçup hissettiğini düşünüyordum, o yüzden konuşmuyordu. "Okulda çıkardığınız olaylara yeteri kadar karışmadım diye bu kadar rahat mı olacaksınız? Özellikle sen Tuana... Tabak kırmak ne demek?"
Normalde arabayı kullanırken konuşmayan, her zaman dikkatli davranan Burcu Teyze'ye sinirli şekilde arabayı kullandırmış olmayı kutlayabilirdik.
"Ama gerçekten zarar vermek için yapmadım. Hem ben bu iki gerzeğe gidin o çocukları dövün de demedim. Kendileri kaşınmış." Dedim tek nefeste. "Aa, çocuklar senin arkandan atıp tutuyor. Sessiz mi kalsaydık?" Dedi Yağız da en sonunda konuşup. Sonra önünde oturan Çağan'a baktı.
"Yani en azından ben."
"Ben de öyle, merak etme." Dedi Çağan. "Şimdi üçümüz de karakola ifade vermeye gitmiş olduk. Aptallar." Dedim kollarımı göğsümde birleştirerek.
Evet, evet. Melisa'yla olan kavgamdan sonra öğrendiğime göre Çağan ve Yağız da Melisa'nın arkadaşları ile kavga etmişti. Melisa ve arkadaşları hastaneye gittiği için bizi de ifadeye çağırmışlardı. Ama şikayetçi olmamışlardı çünkü eğer olurlarsa onlar da yanardı. En azından Melisa yanardı ve bunu çok iyi biliyordu.
Ne annem, ne babam telefonumu açmadığı için oradan ancak Burcu Teyze sayesinde çıkabildim. Yağız da öyle.
"Çocuklar bu böyle olmaz," Dedi Burcu Teyze en sonunda sakin çıkan sesiyle. "Sürekli yanlış şeyler yapamazsınız. Her olayda şiddete başvurursanız hiçbir yere varamayacazsınız. Siz böyle değildiniz, hayır..." Diyerek bir nefes verdiğinde hepimiz susmuş onu dinliyorduk. Bu konuşmayı başka biri yapsa dinlemezdim, ama Burcu Teyze'ydi.
"Hani siz birbirinizi koruyacaktınız, grup olarak her daim bir olacaktınız. Ne oldu size böyle? Siz böyle çocuklar değildiniz."
Yağız, önce Çağan'a sonra bana baktı. Çağan arkasını dönmedi ama dikiz aynasından bana baktığını görebiliyordum. "Özür dileriz Burcu Teyze," Dedim dudaklarımı büzerek.
"Evet özür dileriz." Dedi ikisi de aynı anda.
"Özürünüzün kabul olmasını ve bu olayı ailelerinizin duymamasını ister misiniz?" Dedi Burcu Teyze tıpkı Çağan gibi dikiz aynasından bakıp. Yağız ile birbirimize baktık. "Evet." Dedik ardarda.
"O zaman bundan sonra her cuma bizim eve akşam yemeğine geleceksiniz ve eski günlerdeki gibi olacaksınız."
"Burcu Teyze o, o kadar kolay değil." Dedi Yağız, "Biliyorum. O yüzden üzerinde uğraşacağız." Dedi Burcu Teyze de bu kez. "Eskisi gibi olursanız belki böyle olmazsınız... Sürekli -yalnızca birbirinizle değil- kimseyle kavga etmezsiniz. Kırılmışlıklardan kurtulursanız."
"Ya her şey için çok geçse? Eskisi gibi olmak için..." Dedim öne doğru gelerek. Burcu Teyze'nin güldüğünü duydum. "Sence böyle bir şey olsa bunu ister miydim?" Dedi o da. Bir şey söylemeden yeniden geriye yaslandım. "Ayrıca cuma gününe kadar yaptığınızın ne kadar kötü bir şey olduğunu düşünün. Ve bunu öyle konuşalım,"
Yağız'a baktım, hiçbir şey söylemiyordu. Kollarını göğsünde birleştirmiş yalnızca yola bakıyordu. Derin bir nefes verdim. "Şimdi sizi yeniden okula bırakacağım. Bunu bir düşünün," Arabadan inene kadar konuşmadım, Burcu Teyze "Görüşürüz." diyene kadar.
Omuzumdaki çantamla, okula geri girdim. Yağız ve Çağan ile çoktan ayrılmıştık, hiçbir şey söylemeden kendi kendimize farklı yerlere dağıldık. Sera Hoca'nın beni çağıracağını bildiğim için onun çağırmasını fırsat vermeden odasına gittim.
Kapıyı çalıp içeri girdim ve yüzü beni gördüğünde anında buruştu. "Ben de tam seni çağıracaktım." Dedi oturduğu yerden ayağa kalkıp. "Melisa'nın ailesi bütün suçu bende buldu ve tüm hırslarını benden çıkardı, bunu biliyor musun? Okulda nasıl böyle birini okutabilirmişim. Hiç şaşırmadım," Bir şey söylemeden sandalyelerden birine oturdum.
"Ee?"
Kaşlarını havaya kaldırarak bana baktı. "Ee mi?" Kafamı salladım. Çıldırmak üzereydi. "Bunu söylemekten dilimde tüy bitti," Dedi Sera Hoca ellerini masaya koymuş bir şekilde karşısında duran bana bakarken. "Seni okuldan atmak durumundayım. Hakkında gelen şikayetlerin ardı arkası kesilmiyor."
Sandalyesini çekip tekrar oturduğunda kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Okuldan atılmak istemiyorum." Dedim omuz silkerek. "Eğer ben atılacaksam Melisa da atılacak." Eline almış olduğu dosyayı masaya bıraktı.
"Bir pazarlık yapmıyoruz, farkında mısın?"
"Hayır, ben gayet de pazarlık yapıyorum." Dedim.
"Bu konumda değilsin. Atılacaksın dedim, çık dışarı." Dedi sinirli bir şekilde. "Melisa'yı da atın, çıkayım." Derin bir nefes verirken benden sıkıldığını belli edercesine yüzüme baktı ama umurumda değildi. Ben de sıkılmıştım ama yapmam gerekeni yapıyordum.
"Melisa şu an hastanede." Dedi. "Bir saate çıkar, durumu o kadar kötü değil." Dediğimde siniri bozulmuş gibi güldü. "Çık dışarı ve bir daha da seni gözüm görmesin." Dediğinde kafamı salladım. "Pekala, hocam. En iyisini siz bilirsiniz." Gülümsedim, kapının yanına doğru geçerken son bir kez Sera Hoca'ya döndüm.
"Annem ve babamın, özellikle şehir değişikliği yaşamış annemin, buradaki dedikoduları dinlemeye çok ihtiyacı vardı... Sizin şu, velilerin paralarıyla yaptığınız borçları -altını çiziyorum, kanun dışı olan borçları- anlatsam daha iyi olur. Ne de olsa uzun bir süre evde olacağım." Sera Hoca'nın içtiği su boğazında kalırken sert sert bana baktı. "Ne diyorsun sen?"
"Hocam, benim her yerde gözüm ve kulağım var." Diyerek göz kırptım. "Bir sonraki haftada karşılaşma var. Bensiz o karşılaşmaya katılırlarsa takım arkadaşlarım kaybederler ve eğer kaybedersek, ortada haksızlık varken bu kimsenin hoşuna gitmez. Özellikle Nevzat Amca'nın."
"Ama tabii ki siz bilirsiniz," Tam kapıyı açacağım sırada beni durdurdu. "Bekle. Ne istiyorsun?"
"Yani... Cezasız kalmayı beklemiyorum, o da hak etti, o da yanacak. Uzaklaştırma da bir hafta olsun, okuldan atılmak çok berbat olur." Dedim. Sera Hoca hiçbir şey söylemeden kafasını salladı ve oflayarak bir şeyler yazdı önündeki kağıda. "İyi. Çık şimdi odamdan." Dedi.
"Seve seve."
Kapıyı ardımdan kapattıktan sonra derin bir nefes verdim. Hayır, hayır kesinlikle az önceki gibi kendime güvenmiyordum şu durumda.
Biraz ilerdeki tuvalete doğru gittim. Yüzümü yıkamak için lavobaya ilerledim. Musluğu açıp soğuk suyu yüzüme çarptıktan sonra suyu kapattım. Aynaya bakmak için kafamı kaldırdığımda burun çekme sesleri duydum. Kabinlerin birinden geliyordu. Islak ellerimi silmek için peçete aldıktan sonra yavaş yavaş kabinlere ilerledim.
En sondakinin kapısı kapalıydı. Biri ağlıyordu ve bu bende merak uyandırmıştı. Tabii ki nedenini biliyorsunuz.
Nazikçe kapıyı çaldım. "Hey," Dedim. "İyi misin?" Birkaç kez daha burun çekme sesi geldi ama kapı açılmadı ve herhangi bir ses çıkmadı. "Pekâlâ, sadece merak etmiştim. İyi olup olmadığını. Ben gitsem iyi olur." Gitmeyecektim ama birkaç adım sesi yeterli olur diye düşünürken kapı açıldı.
Gözleri kızarık, saçları dağınık bir kız. Leya Kırşan. "Gerçekten önemsiyor musun?" Dedi bayık bakışlarla. Beni ciddiye almadığı belliydi. "Sadece ağlama sesi gelince merak etmiştim," Dedim gözlerimi devirerek. "Sen olduğunu bilmiyordum."
Güldü, beni geçerek lavobaya ilerledi ve yüzünü yıkadı. Tuhaf göründüğü belliydi. "Pekâlâ, bunu önümde birinin düşüp bayılmasını istemediğim için soruyorum, iyi misin?"
"Hayır." Dedi ve eline peçeleteri doldurup çıkıp gitti. Arkasından sadece baktım, gözlerinden bile kendinde olmadığı belliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lise Günlükleri ft. Tozkoparan İskender.
FanfictionTakvimler 1 Eylül'ü gösteriyordu. Temrenli Koleji'nin ilk günüydü. Yeni bir sene, iki düşman takım içinde çok daha farklı geçecekti. Sırlar ortaya çıkacak, takımlar dağılacak, yalanlar söylenecek ve hiçbir şey, eskisi gibi olmayacaktı.