Oturduğu demirden sarayın odasında karanlığı delen mum ışığında saçlarını tarayan genç kadın kendine aldığı küçük aynadan kendine bakmayı da ihmal etmiyordu. Saçlarını taradıktan sonra uzun siyah saçlarını soluna alıp hızlıca ördü. Örgüsünü bitirdiğinde ucuna kucağında tuttuğu ipi takıp sabitledikten sonra beliğini geriye atıp kafasına üzerinde börkünü taktı.
Börkünü kontrol ettikten sonra yerinden kalkıp yattığı yerden yüksek yatağın üzerindeki kılıcını aldı. Her ne kadar şimdilik Erlik ile aynı tarafta olsa da özünün Türüt olduğunun farkındaydı. Kendisi zamanında eğitim almış ama Burla Katun onu katun alp seçmeyince o da onları geçmek uğruna annesinden gizli kılıcını almıştı.
Kılıç keskin bir sesle yuvasından ayrıldığında kılıcın parlaklığının yüzüne yansıması onu güldürdü. Annesinin biricik yardımcısı alp kılıcıydı bu. Ucu küt tutulan kılıç hafif eğimli bir şekilde geliyor, işlemeli kını ile buluşuyordu. Kının üzerindeki kısımda her kılıçta olduğu gibi tamga işlenmişti. Bir kurt başı ya da diğer adıyla Börü... Gökçe parmağını tamganın üzerinde gezdirdi. Demirin içine işlenmiş olan börü, yeryüzüne ilk gelen insanı besleyen anaydı. O efsanevi komutanlara yol göstericiydi. Yol gösterici olmasından ötürü işlenirdi her kılıca.
"Bana da yol gösterir misin?" dedi. Kinliydi. Hele de annesine. Taşın varisi olmayı büyük olarak o hak ederken o küçük kızını seçmişti. Kendisinin ölmesi uğruna, yaşadığını öğrendiği küçük kardeşini seçmişti.
"Neden?" dedi. "Neden taşın sahibi ben değilim?" demişti çokça ve işte o anda Erliğin oyunlarına inandı. Onun dediğine göre, taşın yeni sahibini seçen önceki sahibiydi. Uldız Katun o dururken sırf küçüğünü daha çok seviyor diye onu seçmiş, hatta o özgürce yaşayıp büyüsün diye diğer acuna yollamıştı. Kendisi burada savaşlarla, zorlu doğa içinde büyürken o hiç çaba göstermeden gelecek ve taşa sahip olacaktı.
"Buna izin vereceğimi mi sanıyorsun kandaşım? Annam seni korumak uğruna canından vazgeçip ölmüş bile olsa, ben seni bulup öldürecek ve taşın hükmünü elime alacağım." Dedi. Evet, hedefi buydu. Kız kardeşini öldürüp taşın yeni hükümranı olana kadar Erlik ile çalışacak taşa sahip olunca da bu demirden saraydan kaçacaktı. Ne de olsa Erlik çıkamayacaktı. Yandaşlarını ise Erliğin verdiği ve de taştan alacağı ruha hükmetme gücü ile kendi yanına çekip tüm krallıkları kendi hükmü altına toplayacaktı.
Odasının kapısının açılması ile ani bir hamle ile arkasına dönüp kılıcı ile odasına giren bedeni kapının ardına sıkıştırdı.
"De hele derdin nedir?" dediğinde bir albız ellerini kaldırarak konuştu. "Kızıl Katun seni bekliyor." Dedi. Gökçe kılıcını geri çekip kınına taktı. Hemen ardından sol elindeki kılıcı ile odadan çıkmaya hazırlandı. Odanın ağzına geldiğinde gülerek "Bir daha odama izinsiz girersen ruhuna hiç bilmediğin işkenceler yaparım" dedi.
Demirden sarayın ürkütücü koridoruna çıktı. Kızıl Katun'un nereye geldiğini biliyordu. Bu yeraltı sarayının dışında onu beklediğine emindi. Hızlı adımlarla koridorun sonuna geldiğinde bir karış yüksekte duran taşın üzerinde durdu ve bir takım anlaşılmayan kelimeler mırıldandı. Kelimelerle beraber etrafında kırmızı bir sis bulutu yükseldi ve hemen ardından demir sarayın koridorunda kayboldu.
Ürkütücü ormanın derinliklerine ulaşan gün ışığı bölgeyi loş bir şekilde aydınlatırken etrafına bakındı Gökçe. Gündüz gözü ile bile korkutucu olan ormanın bu kısmı bazı yırtıcıların sesleri ile daha da ürkütücü dursa da Gökçe'nın gitmeye hiç niyeti yoktu. Etrafından bir tur atıp bakışlarını açtı. Kızıl Katun'u sık ağaçların arasında bulmaya çalıştı. Kızıl Katun ile birbirlerini pek sevmediklerinden sağ eli kılıcına giderken Kızıl Katun'un kahkahasını duydu.
![](https://img.wattpad.com/cover/234340309-288-k99008.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umay : Başlangıç (1) -Kitap Oldu
FantasiBundan uzun yıllar öncesi... İnsanlığın savaşlar ve doğa arasında sıkıştığı, aklı eşkin, kılıcı keskin olanların yaşayabildiği bir devir. Amansız bozkırda hakimiyet yarışına girmiş iki büyük devlet ve aralarında gittikçe yaklaşan bir savaş, Üstü...