Benim dağlarımda çobanlarım koyunlarını, keçilerini gezdirir, beslerdi. Sizin ne haddinize benim dağlarımda gezmek.
Benim bayrağıma dalgalanmak yakışır. Sizin ona eliniz değemez!
Benim ülkemde herkes kardeştir. Sizin onları birbirine düşürmeye gücünüz yetmez!-*-
Havin’in söylediği ile etrafa bir sessizlik çöktü. Aylardır taşıdığı yükü paylaşmanın verdiği o hafiflikle arkasındaki koltuklardan birine kendini bıraktı.
Kerem ise içinde yaşadığı o hissi kelimelere dökemezdi, çünkü imkansızdı. O kadar karmaşıktı ki, kadının çocuğu ellerindeydi, bu inanılmaz derece berbat, kötü bir histi. Ama kadının onlardan biri olmayışına neden sevinmişti işte onu anlayamıyordu ve bu karmaşanın içinden zar zor çıkıp kadına yaklaştı, “Oğlun onların elinde mi?” diye sordu.Kadın ağladığından sesi donuktu, “Doğuda görevdeydim. Bir gece evimizi bastılar. Ele başları yaralıydı, tedavi etmedim diye kocamı gözlerimin önünde kurşunladılar. İki yıl sonra buraya geldim. Lanet olsun, burada da buldular beni. Bu sefer başka bir örgüt, Ankara’nın köyüne yakın bir yerdeler. Bu askeri kaçıranlardan işte, oğlumu aldılar. Şimdi de onunla beni tehdit ediyorlar. Kimselere diyemiyorum, ihbar edemiyorum. Çaresizim. Şimdi size söylediğimi duyarlarsa-” dediği an Kerem etrafına bakıp, kadının yanına oturarak kolunu tuttu, “Kimse bilmeyecek, sana söz veriyorum,” diyerek ona güven verdi. Ellerini saçlarından geçirdi. Gerçekten kadının durumu berbattı, durumu karışıktı. “Onu bulacağım ve sana sağ salim getireceğim,” dedi kararlı bir şekilde. Sonra arkadaşlarına baktığında onların da gözlerinde aynı kararlılığı gördü.
Ali Kerim de, “Hepimizin sana sözü olsun,” diye komutanına destek verdi.
Havin ilk kez içinde bir umut yeşerterek gülümsedi onlara. Oğluna, canının parçasına kavuşacaktı sonunda.***
Can karargahta hangarda oturmuş bir elinde telefon diğer eli yüzünü sıvazlarken şansına küfürler ede ede bakıyordu telefona.
Karşısında oturan Ersin de ona baktı ve “Abi sen ne yapıyorsun iki saattir ben anlamadım,” dedi yüzünü buruşturarak. “Telefonla ne alıp veremediğin var?”
“Sana ne abiciğim? Belki de şansımın ecdadına küfrediyorum. ‘Neden ben?’ sorgusunun ortasındayım belki. Belki de ölümlerden ölüm beğeniyorum. Ya da ‘acaba nerede gömülsem?’ diye düşünüyorum. Sana ne yani?”“Gerçekten manyaksın!” derken koltuktan kalktığı an Can bağırdı.
“Al! Bir tane daha mesaj yazdı, yemin ederim yazdı,” dedi, sanki eli ateşe değmiş gibi telefonu masaya atarak.
Ersin dayanamadı ve telefonu alıp mesajı açmadan sadece ekrandaki gördüğünü okudu.05...: “Can, neden cevap vermiyorsun ya? Nasılsın? :)”
Ersin güldü, “Kızdan mı korkuyorsun lan?” sonra kahkaha attı. “Can, neden cevap vermiyorsun ama,” dedi sesini incelterek.
“Haşa! Kelimelerine dikkat et. O ‘kız’ değil, o her hangi bir kız değil. O bambaşka bir şey.”
Ersin “Melek o melek,” diye dalga geçti onunla.
“Yani, melek olabilir. Azrail de melek sonuçta.” Elini saçlarından geçirdi. “Ne yapacağım ben ya?”
“Oğlum görüşmek istemiyorum yaz, gitsin.”
Can inanamıyormuş gibi baktı ona, “Ne demek görüşmek istemiyorum ya. Ben sırılsıklam aşık oldum kıza. Nasıl istemem? Deli gibi istiyorum da Ferdi abimin de dediği gibi ‘Aramızda engeller var!’”
“O zaman görüş yani nedir engel Allah aşkına, boş versene.”“Ölürüm!” diye bağırdı. “Öleyim mi bu genç yaşımda? Manyak mısın?” adamın elinden telefonu alıp ayağa kalktı. “Ver telefonumu da. Öldürecekler beni ya! Hayır valla sorarsa bana ‘kardeşin yazdı diyeceğim, ‘al bak’ derim olur biter. Kardeşini de çekip vuracak hali yok ya!” diye konuşa konuşa çıktı hangardan.
“Yemin ederim bir tane akıllı adamımız yok,” dedi kendi kendine geveleyip, sonra, “Hey kimin kardeşi? Sana diyorum kimin kardeşi?” diye adamın arkasından bağırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİPSİZ KUYU - İNKİTAM SERİSİ I - FİNAL
ActionKadın eline doladığı künyeyi adama doğru uzattı, "Bak! Bu isme iyi bak! Hatırladın mı?" Karşısındaki adam sadece ona bakıyor, sesini bile çıkaramıyordu. İpek ona yaklaşıp elini tuttuğunda diğer silah arkadaşları onun ne yapacağını anlayıp, mağaranın...