ipek ve Göktürk eve geldiklerinde İpek kendini koltuğa attı, Göktürk ise ona bir süre yalnız kalıp düşünmesi için zaman vermek adına kendi dairesine geçmişti. İkisi de koltuklarında oturmuş, olanları sindirmeye çalışıyordu.
Göktürk bütün yol İpek’in sessizliğiyle boğulsa da bir süre sonra onu kazanacağını ve sonsuza kadar Göktürk’ü çenesiyle mest edeceğini biliyordu.
İpek ise elindeki küreye saatlerce sarılarak ağladı. Saat kaçtı, kaç saat geçmişti, ne kadar ağlamıştı, neden ağlamıştı hiç bilmiyordu. Ama yorgunluktan uyuyakalmıştı en sonunda ve bir kabusla uyandığında saate hiç bakmadan hızla yerinden kalkıp kapıyı açtı. Göktürk’ün kapısını hızla çalarken, sanki o evde değilmiş gibi korkuyla titriyordu.
“Aç kapıyı, Göktürk aç kapıyı!”Göktürk de yataktan sıçrayarak uyanmış ve üzerine dikkat etmeden koşarak kapıyı açmıştı. “İpek?” dedi kızın hıçkırarak ağlayan haline şaşırarak.
“Evde değilsin sandım, sana bir şey oldu sandım!” diye bağırıp ona sıkı sıkı sarıldı. Göktürk de onu sarılınca, “Buradasın,” dedi mırıltı ile.
“İpek iyi misin birtanem? Tamam, buradayım.”İpek ondan biraz uzaklaşarak eliyle adamın yüzünü okşadı, öptü, “Sana bir şey oldu sandım. Onu gördüm... Ben oturduğum yerde uyuyakalmıştım, rüyamda da aynı yerde uyuyordum...” yere çöktü, “Sonra...”
Göktürk de onunla yere çöktü, “İpek buradayım. Bak...” dedi gülümseyerek.
“Doğan gelip, beni uyandırdı. Kalk, geç kalma, dedi.” Adamın yüzüne baktı, “Geç kalmadım değil mi Göktürk?”Göktürk gözündeki yaşla kadına gülümsedi, işte gelmişti, sevdiği kadın sonunda ona kendi isteğiyle gelmişti. Yüreğindeki mutluluğu tarif edecek tek bir kelime yoktu şuan, o yüzden bir tek “Kalmadın sevgilim, tam zamanında geldin,” dedi. Elinden tutup, onu içeri geçirdi. Dudakları birbiriyle temas edince, geriye yaşayacakları bir tek mutluluk dolu anlar kalmıştı. Doğan İpek’e son görevini yapmış, onu mutluluğa yolcu etmiş ve gitmişti. Göktürk de o emanete gözü gibi bakacaktı. Ömrünün sonuna kadar... Yanında çırılçıplak uyuyan kadını izlerken, gökyüzüne baktı bir an ve “Teşekkür ederim,” diye mırıldanıp, o da gözlerini yumdu.
1 YIL SONRA...Bir yıl...
Ne kadar az bir rakam: Bir...
Üç altmış beş gün...
Ne çok şey sığdırıldı bu zamana...Düğünler, ölümler, bebekler, gözyaşları, ayrılıklar, kavuşamayan aşıklar ve daha bir sürü anılar...
Şüphesiz ki önlerinde daha da yaşanacak bir ton acı, hüzün, mutluluk ve günlerce anlatacakları kahramanlıklar vardı.
Ama daha yaşamadılar, daha her şeyin en başındaydılar ya da son deminde...***
Bütün tim karargahın önünde toplanmıştı. Albay Ömer merdivenlerden inip timin karşısına geçti. “Biliyorum çocuklar, yeni görevden geldiniz, yorgunsunuz, ama kolay olsa da önemli bir görev için sizi buraya topladım-” deyip Can’a baktı, “Sen neden buradasın astsubayım, daha yeni evlenmedin mi?”
“Görev beklemez komutanım!”
“Ben çağırdım komutanım!” dedi Kerem dik duruşuyla.Ömer albay başını sağa sola salladı. “Peki,” deyip konuşmasına devam etti. “Göreviniz Kuzey Irak’tan Türkiye’ye gelen Türkmen vatandaşlarımızı sağ salim sınıra ulaştırmak. Geçtikleri yollar oldukça tehlikeli ve riskli. Helikopter ya da her hangi bir ulaşım aracını oralara geçirmemiz imkansız biliyorsunuz. Bölücü örgütlerin yanı sıra, bir çok güçle çevrelenmiş durumda.”
“Komutanım, Türkmenler neden geliyor?” diye sordu Erdem.
“Köylerinde yeterince huzur kalmadığından teğmenim, köylerinde de, topraklarında da huzur kalmadı. Ne yazık ki terör gençlerini öldürdü, kadınlarını kaçırdı ve sonunda onları pes ettirdi. Şimdi helikopter sizi onlara en yakın bölgeye indirecek. En yakın ve risksiz. Bulundukları koordinatları Ceren size gönderecek. Yolunuz açık olsun. Ayağınıza taş değmesin.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİPSİZ KUYU - İNKİTAM SERİSİ I - FİNAL
ActionKadın eline doladığı künyeyi adama doğru uzattı, "Bak! Bu isme iyi bak! Hatırladın mı?" Karşısındaki adam sadece ona bakıyor, sesini bile çıkaramıyordu. İpek ona yaklaşıp elini tuttuğunda diğer silah arkadaşları onun ne yapacağını anlayıp, mağaranın...