Psikoterapi yaklaşımım Thomas Hardy'nin ifade ettiği gibiydi:
"Eğer daha iyiye giden bir yol varsa, mutlak en kötüye bakıştan geçmektedir."
Bu bakış da genellikle kişinin çocukluğu olurdu veya iyiye giden yol kişinin şu ankı yaşantısının içindeki en acımasız taraftan geçerdi.
Ben ilk seansta değil, ikincide de değil ama üçüncü seansta artık Deniz'e kendi yorumlarımı söyleme vaktimin geldiğini düşünüyordum. Onun için şu an erken miydi tam olarak bilmiyordum ama bazı gördüğüm şeyleri, onun da görmesinin vaktiydi artık. İnsanların farkındalık vakitlerinin haberi önce kendilerine gelirdi. Bir istek ortaya çıkardı, bir şeyleri çözme isteği... Sonra hayat onları bir yerlere taşırdı. Psikolog, psikiyatrist vs... Sonra da bu sıralamada iş bize düşerdi. Farkındalık isteğini gerçeklikle tanıştırma vakti. Önce uzun uzun dinler, dinler, dinler; sonra konuşmaya, çözümlemeye başlardık. Terapi benim için, insanın yaşadıklarına gözlerinin tekrar açılması demekti. Çünkü çoğu insan yaşadıklarını bir uykunun içinden seyrederdi. Ama hayat, gözlerinin açılmasını bekler ve bunun için bir zaman kollardı. Deniz'in da zamanı gelmişti... Benim zamanım, üniversitedeyken gelmişti mesela. Birçok farkındalığımı, üniversite hocalarım sayesinde yaşamıştım. Kimsesizliğimi hocalarımın öğrettikleriyle aşmış, bir bakıma kendi psikoloğum olmuştum. Gecelerce teoriler, yöntemler üzerine çalışmıştım. Hem onları hem de kendimi okumuş ve öğrenmiştim. Canım yanmamış mıydı bunlarla yüzleşince? Çok! Ama can acımadan bazı şeyler anlaşılmıyordu. İyi ki canim yanmıştı, yoksa şu an olduğum Cemre olamazdım. Saat üçteki seans için evden çıktığımda, içimde bir kıpırtı hissettim. Havaya baktım, güneş o kadar güzel ısıtıyordu ki, aydinlık içimi temizliyor gibiydi. Arabama bindim, Deniz için aldığım notları yan koltuğuma bıraktım. Onun için dün gece epey çalışmıştım. Çünkü dedikleri bana çok şey anlatmıştı. Şimdi de benim ona bir şeyler anlatmam gerekecekti. Ofisin önüne park ettikten sonra, arabada makyajımı tazeledim. Evden hızlı çıkmak için, makyaj işini arabada yaparım diye düşünmüş, makyaj malzemelerimi de yanıma almıştım. Herkes doğal halimi daha çok sevse de, ben yine de makyaj yapmayı seviyordum. Belki televizyonun ve diğer medya araçlarının dayatmasıydı, bilmiyorum ama bu bana o kadar da batmıyordu. Çünkü Ares ile sadece çok şık gecelere, örneğin, davet veya yemeklere katıldığımızda yapıyordum. Onun dışında evde makyajsızdım. İşteyken de arada sırada... Keşke her kadın, makyajsız da güzel olduğunu ve olabileceğini hatırlatsa kendine. Ama bugün yapasım gelmişti. Deniz'le alakası var miydı? Hayır canım, ne alakası olabilirdi ki. Ofise girdiğimde, Merve'yi gördüm."Kızım yine kayboldun!"
dedi. Üzerine giydiği şık beyaz kazağıyla, sanki bugünkü hava için kalın giyinmiş gibi görünüyordu. Ona bakarken terler gibi oldum. Neyse ki ofiste her zaman klima çalışıyordu.
"Ben kaybolmadım ama hem sen koşturuyorsun hem ben. Yine zaman bulamadık. Ama hatırlatırım, son buluşmayı ben ayarlamıştım. Bir kere de sen ayarla, böyle diyeceğine!"
diyerek sitem ettim. Gülerek bana sarıldı.
"Çok bilmiş... Nasıl gidiyor her şey?" "
"İyidir sende ne var ne yok?"
diyerek cevapladım. İyi gidiyor muydu acaba? Nasıl olmasını umarsa, öyle konuşan insanlar gibi davrandım. Deniz'in gelmesine yarım saat vardı.
"İyi gidiyor benim de. Bugün işten sonra bir şeyler içsek mi?"
dedi, Muhtemelen hem Ares'ı hem de beni merak ediyordu.
"Olabilir. Çıkınca seni arasam olur mu?"
diyerek odama doğru yürümek istermiş gibi yaptım. Onun odası ofisin diğer tarafındaydı. Elimdekileri göstererek,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YASAK
Teen FictionYasak bir aşk hikayesi Ben Cemre. Takvime göre 28 yıl önce dünyaya geldim ama sadece anne karnından çıkmakla doğmuyor insan. Hayatta bir acının içinden geçince de doğabiliyorsun, kendi içinde başka bir "sen"le tanıştığında da. Ve belki de en öneml...