4|"Ağzı tabanca, dudakları namlu, sözleri gece mermisi.."

3.4K 352 379
                                    

Selaaaaam nasılsınız girls

Günde iki bölüm mü atsam acaba çünkü beklemek çok sıkıcı dimi sndbsndbns

Uzatmadan sizi bölüme alıyorum keyifli okumalar 💜

-----------------

Ya yeni başlıyordu her şey ya da çoktan bitmişti. Kaderimin benim için oynadığı oyunda ya piyondum ya da şah. Buna karar veren ise ben değildim.

Açılan kapıyla başımı kaldırdım. Jeongguk kapıda durmuş yanına gitmemi bekliyordu.

Jeongguk... Temiz, namuslu anlamına geliyordu ismi. Keşke adından bir şeyler kapabilseydi. Belki de bunları yaşamıyor olurdum. Yataktan kalkıp yanına gittim. Bir elini belime atınca geri gitmek istedim ama bu isteğime ellerini daha da bastırarak tepki verdi. Sessizce boyun eğip onunla birlikte ilerledim.

Üzerinde siyah boğazlı bir kazak vardı sadece. Üşümüyor muydu bu adam? Sana ne Jimin! Yandan bir bakış attım ona. Sırtındaki kaslar gerilmiş, kaskatı bir görünüm katmıştı ona. Yüzünde hoşnut olmayan bir ifade vardı. Sanki canı acıyor da bana belli etmemek için kendini sıkıyor gibiydi. Daha fazla bakmanın âlemi yok deyip bakışlarımı çektim üzerinden.

Nereye gidecektik hiçbir fikrim yoktu. Gerçi bu hücreden sonra her yer cennet gibi gözükürdü gözüme. Heyecandan terleyen ellerimi pantolonuma sürdüm. Heyecanımı belli etmek istemesem de merakıma yenik düşüp aklımdakini sordum. "Nereye gidiyoruz?"

"Evimize." dedi ağzım beş karış açık kalırken. Evimiz? Ne çabuk sahiplenmişti beni? Ben peki? Ben de alışabilecek miydim bu duruma? Hiç sanmıyorum. Elime geçen ilk fırsatta kaçmazsam bana da Jimin demesinler.

"Güzel aklından geçenleri tahmin etmek zor değil. Buradaki gibi bir hayatın kesinlikle olmayacak ama sen yine de fazla umutlanma." dedi bariton sesiyle. Bakışları sanki daha yumuşaktı ama bu ondan nefret etmemi engellemiyordu. L şeklindeki koridoru geçince tam karşıda demir bir kapı vardı. Altından sızan güneş ışınları kalp ritmimin yükselmesine neden olurken derin derin nefes aldım.

Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum. Kazadan sonra direkt buraya mı geldim, burada mı tedavi oldum hiçbir fikrim yoktu. Uyandığımda izbe hücredeydim. Vücudumda harhangi bir kesik ya da yara izi yoktu. Oysa kazada ağır yaralandığıma emindim. Uzun süre beni uyutmuş olmalılardı. İlk haftalar oldukça zor geçmişti benim için.

Şimdiyse kaderimin değişmesi demir bir kapıya bağlıydı belki de. Yanağımdan iri bir damla akarken Jeongguk kapıyı açtı. Gözüme çarpan güneş ışınları kısa bir süre afallamama neden olsa da çabuk toparladım kendimi. Yerde kar olmasına rağmen hava güneşliydi. Titreyen çenemi durdurmaya çalıştım.

"Hangi ayda ve neredeyiz?" diye sordum yüzüne bakmadan.

"Aralık ayındayız ve Gwangju'dayız." dedi. Ağzım şaşkınlıkla açılınca parmağını dudağıma bastırdı. Kafamı geri çekip dokunuşundan kurtulmuş, arkamı dönüp eski binaya bakmıştım. Depoyu andıran cinsten bir yapıydı. Oldukça küçük bir görüntüsü vardı. Bir gün bu alfanın elinden kurtulursam burayı tarif edebilirdim. Çevrede ise ne bir ev vardı ne de bir insan.

Kapının önünde duran korumalara çevirdim bakışlarımı. Otuzu geçkin koruma vardı. Hepsi klonlanmış gibiydi. Siyah takımlar, siyah gözlükler, hepsinin başı önüne eğik.

"İncelemen bittiyse gidelim artık." dedi belimden tutarak. Göz devirip isteğine boyun eğdim. İkinci sıradaki Cadillac Escalade'nin arka koltuğuna oturduğumuzda diğer araçlara da korumalar binmişti. "Yolumuz uzun. İstersen uyu." dedi elindeki telefonla oynarken. Cevap vermeyip kafamı pencereye çevirdim.

Moarte | JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin