Hellooo guyss whatsup
Dün bölüm atamadım bir gün beklettiğim için üzgünüm bundan sonra çok ekşınlı bolca momentli bölümler gelecek kemerlerinizi bağlayın bsbdbdbbdbdb
O zaman sizi bölüme alıyorum keyifli okumalar kelebeklerim 💜
--------------
Araba seyir halindeydi. Uğursuz bir sessizlik sararken etrafımızı ikimiz de bu durumdan şikayetçi değildik. Sanki az önce yaşananlar gerçek değilmiş gibi önüne dönmüştü. Yüzü yine bir kaya kadar sert, bakışları oldukça öfkeli. Benden özür dilediği için kendine sinirlenmişti. Belki de bana...
Az önce özür dileyen o değildi sanki.
Yüzümü yine camdan tarafa çevirip karlı yolları, su gibi akıp giden dükkanları seyre koyuldum. Eski bir dükkan dikkatimi çekti. Bir kitap dükkanı. Kafamı çevirip ona baksam da hemen vazgeçtim bu düşüncemden. Ondan bir şey isteyemezdim ben. Hele ki az önce yaşananlardan sonra. Olanları hatırlamak her geçen saniye daha da küçülmeme neden olurken o bunun farkında bile değil gibiydi.
Araba birden durunca ne oluyor dercesine bakış attım ona. Aynı şeyi tekrar yapmasına izin vermeyecektim. Ben istemeden bana dokunamazdı. Beni şaşırtıp kemerini çözdü. "İn arabadan" dedi bariton sesiyle. Kemerimi çözüp ardından indim arabadan. Çoktan kapıma varmış, büyük sıcak elleriyle, küçük buzdan ellerimi sarmıştı. Bunu ondan kaçmamam için yapıyordu. Dışardan gören biri bizi gerçekten sevgili zannedebilirdi. Acaba yakışıyor muyduk?
Aptal!
İlerlediği tarafa bakınca az önce görüp de söyleyemediğim kitapçıya gittiğimizi anladım. İyi de nasıl anlamıştı? "Sen nerd-" İşaret parmağını dudaklarıma bastırıp gözlerimin en derinine baktı.
"Seni, senden daha iyi tanıyorum Jimin. İstediğin kadar inkar et, sen benim bir parçamsın." dedi fısıldayarak. Parmağıyla birkaç saniye dudağımı okşayıp alnıma küçük bir öpücük kondurdu. Asıl şimdi tam sevgili gibi olmuştuk. Bana değer vermediğini, asla birine aşık olmayacağını söyleyip böyle davranması kafamı allak bullak ediyordu. Bu durum kendimi daha da kötü hissetmeme neden oldu. Dışarıda olmamız bile ona engel değildi. Üzerime doğru eğilince elini sıktım.
"Küçük bir oğlan çocuğu gibisin. Seni ben büyüteceğim." dedi nefesini yüzüme üfleyerek. Önüne dönüp yürümeye başladığında ona ayak uydurmak için kocaman adımlar attım. Onun bir adımı benim iki adımıma tekabüldü. O beni laflarıyla etkisi altına aldığını düşünüyordu belki ama benim yaptığım tek şey içimden beddua etmekti.
Kitapçının önüne geldiğimizde hayranlığımı gizleyemedim. Kahverengi çerçeveli büyük bir penceresi ve yine aynı tonlarda oymalı bir kapısı vardı. Buram buram eski kokusu daha içeri girmeden gelmişti burnuma. Benim karşımda bir tarih eseri varmış gibi bakışlarım, onda alaycı bir tavıra neden olmuştu. Umursamayıp içeri girdim. Sonunda elimi bırakmıştı.
Girişte yine ahşap bir masada oturan, ben yaşlarda genç bir adam vardı. Magazin dergilerinden fırlamış gibi bir hali vardı. "Hoş geldiniz." dedi en kibar ses tonuyla. "Hoş bul-"
"Hoş bulduk kardeşim." diye böldü lafımı.
Görgüsüz.
Adamın yüzünde oluşan sert ifade kafamda soru işaretleri bırakırken raflara attım kendimi. Kitap okumayalı ne uzun zaman olmuştu. Hasretle elime gelen ilk kitabı açıp burnuma yaklaştırdım. Acele etmeden derin bir soluk çektim kitabın sayfasından. Çok özlemiştim bu kokuyu. Yanağımdan süzülen bir damlayı elimin tersiyle silip, birkaç kitap seçtim. Rafların arasından geçerken gözüme ilişen kitapla gözlerimi devirdim. Stefan Zweig'ın kitabı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu. Bu kitabı lise zamanlarında ilk okuduğumda öylesine sevmiştim ki elimden düşmez olmuştu. Ben de aşık olacağım demiştim. Gerçek hayatın kitaplardaki, filmlerdeki gibi olmadığını çok sonradan öğrendim. O zamanlar aşk acısı çekmenin çok kutsal bir şey olduğunu düşünürdüm. Şimdi ise midem bulanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Moarte | Jikook
Manusia Serigala"Tut ki ahlaksızım, kasıklarında çizdiğim daireden sana bir ev yaparım..." - "Beni neden kaçırdın ve neden bunca zamandır esir tutuyorsun?" İki dudağının arasından çıkacak sözler değiştirecekti belki de kaderimi. Eliyle çenemi tutup yüzümü yüzüne ya...