16|"Kırıldım, döküldüm, ne kadar ölünmesi gerekiyorsa o kadar öldüm.."

2.6K 268 1.8K
                                    

Selaaaam yine ben!

Sanırım kendimi ilk defa bu kadar çok özlettim ama olsun daha bir hafta bile olmamış beş güncük canım sadece beş gün ayrı kaldık andbsnnsnsnz

Tamam şimdilik sizi bölüme alıyor ve keyifli okumalar diliyorum 💜

----------------

"Annemi asla affetmem ben, affedemem. İçimde büyük bir nefret var ona karşı. Bana bunu nasıl yapar? Nasıl, nasıl, nasıl?" Elimi alnıma art arda vurduğumda onun sıcak eli elimi durdurdu.

"Yapma bunu kendine. Bazı insanlar anne olmayı beceremez Jimin. Senin annen de o kadınlardan biri." dedi her zamanki içimi ısıtan sesiyle.

"O benim annem değil!"

"O senin annen ve sen artık onu görmezden gelmeyi bırakıp kabullenmelisin. Onu affetmelisin Jimin, affedemeden hayatına devam edemezsin." dedi güven veren bir ifadeyle. Nemli kirpiklerimi kırpıştırıp onun gözlerine diktim kahve gözlerimi.

"Ben affetmeyi bilmiyorum ama Hoseok." dedim iki parmağımın arasında duran sigarayı yine parmaklarımın arasında sıkıp söndürdüm. Parmaklarımın ucunda halka şeklinde bir yanık izi oluştu. Hoseok sigara izmaritini parmaklarımın arasından alıp boş bira şişesinin içine attı. Yüzündeki ifadeden canının yandığını anlamıştım. Benim yerime onun canı yanıyordu resmen.

"Affetmek, erdemli insan işidir Jimin... Senin gibi sigarayı parmaklarında söndürüp kendine acı çektiren kırolar bilmez tabi." deyip takıldı bana.

"Ben kıro değilim!" dedim çatılı kaşlarımın arasından.

"Öylesin..." Elleriyle saçlarımı dağıttığında kendimi geri çekip sesimi incelttim.

"İffitmik, irdimli insin işidir! Peh!"

Affetmek, erdemli insanın işidir, derdi Hoseok.

Sikeyim erdemini!

Ben annemi asla affetmeyecektim. Ben Jeongguk'u asla affetmeyecektim.

Terastan çıkıp doğruca bana ayrılan odaya gelmiş, kapıyı kırarcasına çarpıp kapatmıştım. Ardından kilitlediğimde o manyağı da umursamadım. Beyaz spor ayakkabıları çıkarıp karşı duvara fırlattığımda ayakkabı duvara çarpınca tok bir ses çıkarmış sonrasında da yere düşmüştü. Üzerimdekileri çıkarmadan yatağa girdim. Odanın içi lavanta kokuyordu. Lavantayı sevmezdim.

Yorganı sıkıca üstüme çektiğimde ne kadar üşüdüğümü anladım. Ellerimi birleştirip avucumun içine üflediğimde burnuma gelen sigara kokusu yüzümü ekşitti. Sigaranın en çok nefret ettiğim yanı, sonrasında üstüme sinen kokusuydu. Yorganı ayağımla itekleyip koşar adım banyoya attım kendimi. İçtiğim sayısız bira ve bu kötü sigara kokusu midemi allak bullak etmiş, klozetin kapağını açıp kusmaya başlamıştım. İçimde hiçbir şey kalmamasına rağmen hala öğürüyordum. Nihayetinde ayağa kalkıp lavaboya doğru yürüyüp aynaya bakmadan musluğu açtığımda tazyikli suyu yüzüme çarptım. Havluyla yüzümü kurutup odaya geri döndüğümde kapının tıklatıldığını duydum.

"Git başımdan! Rahat bırak beni!" diye bağırdım.

"Jimin Bey benim Jisoo. Gelebilir miyim?"

"Ne istiyorsun?" dedim kabalık ettiğimi bilerek. Kimseyi düşünecek halde değildim.

"Size yemek getirdim. Şey... Belki odanızda yemek istersiniz diye düşündüm." dedi temkinli çıkan sesiyle. Uyuşuk adımlarla kapıya gittim ve kilidi iki kere çevirip açtım kapıyı. Jisoo elinde tepsiyle duruyordu. Kısa saçlarını arkadan tokayla tutturmuş, kahküllerinin ardından bakan gözlerini ön plana çıkarmıştı. Siyah pantolonun üstüne giydiği krem rengi trikosuyla oldukça sevimli bir omegaydı. Bir adım geri çekilip odaya girmesini bekledim. Ardından kapıyı kapatıp yatağa oturdum. Tepsiyi yatağın üzerine bırakıp bir şey isteyip istemediğimi sordu.

Moarte | JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin