Yanakları sıkmak isteyeceğim türden bir pembelik kazandığında dudaklarımdaki gülümsemeyi silmeden bir şey söylemesini bekledim. Eğer karşımda olmak yerine tam da yanımda otursaydı ona sıkıca sarılır ve hayatının en benzersiz öpücüğünü verirdim. Neyse ki bunu görmezden gelip konuyu çevirmişti.
"Seni tanıyamadığım için bana kızma hakkına sahip değilsin çünkü..." boğazını temizleyip derin bir nefes alarak zincir askılı küçük kol çantasından bir fotoğraf çıkartıp bana uzattıktan sonra "bu yüzden" diye eklemişti.
Karede solucanlarla oynayan küçük kızı gördüğümde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Tanrı aşkına... Gerçekten bu kadar suratsız bir çocukluk yaşamış olamazdım. "Bunu hala saklıyor musun?"
"Eski günlüğümün arasında buldum. Yani, söylemek istediğim... O Pranpriya ve sen Lalisa'sın. Artık insanlar solucanlarla oynadığın için seninle alay etmiyor. Belki de kendileriyle çıkman için can atıyorlardır." Rahatsızca yerinde kıpırdandıktan sonra bir kez daha boğazını temizlemiş ve bakışlarını yüzümden çekmişti. "Bana hak vermek zorundasın çünkü kimse bana bir insanın birkaç yılda bu kadar değişebileceğini söylemedi... Belki sadece ürkütücülüğün hariç."
"Yani sen ürkütücü olduğumu mu düşünüyorsun?" diye sordum gülerek. Hiç düşünmeden hızlıca başını yukarı aşağı sallaması dudaklarımın daha da kıvrılmasına sebep olmuştu.
"Herneyse, sonuçta mantıklı nedenlerim var. Seninkilerin aksine."
"Artık bunu yüzüme vurmayı bırakabilir misin?"
"Beni sinirlendirdiğin her an yaptığın hatayı sana hatırlatacağım."
Başımı sallayıp rahatça arkama yaslanırken "aynısını yapacağım" diye mırıldandım.
Sonrasında masamızı uzun süreli bir sessizlik kaplamıştı. Bakışlarını inatla yüzüme çıkartmıyor, etrafta gezdiriyordu. Aslında bunun benim yararıma olduğunu söyleyebilirdim çünkü onu izlemem için bir fırsatım vardı. Tabii bu fırsat çatılan kaşları ve büyüttüğü gözleriyle bana bakmasına kadardı.
"Beni seyretmeye devam edeceksen gideceğim."
"Bu seni rahatsız mı ediyor?" diye sordum gülümseyerek. O ise gözlerini devirmiş, ardından "Evet" demişti.
"Pekala, öyleyse şimdi ne yapmak istersin? Bugün tamamen boşum."
"İstediğin gibi sana bir saatimi ayırdım ve şimdi evime gidip rahat bir duş alacağım" diyerek ayaklanırken ben de aynısını yaptım. "Hoşçakal."
"Bekle, neden bir anda böyle davranıyorsun? Sorunlarımızı çözdüğümüzü sanıyordum."
Bedenini tekrar bana çevirip gözlerine alaylı bir bakış eklerken "nasıl hissettiriyor?" diye sordu. "Kötü, öyle değil mi? Üstelik senin aksine açıklamanı dinledim. Ne kadar saçma ve berbat olsa da."
"Tekrar tartışmak mı istiyorsun?"
"Hayır. Bu yüzden şimdi evime gideceğim ve sen beni tekrar engellemeyeceksin."
Hızla bulunduğumuz mekandan çıkıp beni orada öylece bırakırken aptallığım için kendime kızdım. Başından beri onunla konuşmamam gerekirdi. Bu tamamen hataydı. Bir daha böyle bir yanlış yapmayacağıma dair söz verdikten sonra hesabı ödeyip restorandan çıktım. Elbette bu sefer peşinden gitmeyecektim, çünkü onun bana gelmesi gerekiyordu.
Aynı beden birkaç metre ileride gideceğim siteye doğru yürümeye devam ederken buna aldırış etmemeye çalıştım. Bu yol yalnızca evime çıkmıyordu değil mi? Ya da öyleydi, yani o sitenin içerisindeki bütün sıralı evleri geçip benimkine doğru yaklaşırken. Ama düşündüğümün aksine yürümeye devam etmiş, sonrasında şaşırıp kalacağım bir şey yaparak iki blok ilerideki dairenin kapısına ilerlemişti. Belki de bir arkadaşıydı ve onu ziyaret edecekti ama çantasından çıkarttığı anahtar ile kapıyı açması bunun olmadığını kanıtlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sand Castle || JenLisa
FanfictionO, her öğleden sonra kum havuzunun köşesinde solucanlarla oynayan küçük bir kızdı. [tamamlandı]