Jennie-
Üzerindeki siyah takıma rağmen koşar adımlarla yanıma ulaşıp kollarını sıkıca belime sardığında gülümsedim. "Günaydın tatlım." O ise bir şey söylemek yerine sadece sarılmaya devam etmiş, hemen ardından boynuma küçük bir öpücük bırakmıştı.
"Günaydın."
Bunu son zamanlarda yapmaya başlasa bile bedenim bu küçücük temasıyla irkilmeye devam ediyordu. Beni memnun ettiğini inkar edemezdim. Kendimi birkaç saniyeliğine toparlayamasam bile. Belki de fazla düşünüyordum.
"Buradan hemen gitmek istiyorum" diyerek elimden tuttuğunda karşılık verdim. Çoktan rolleri değiştirmiş gibiydik.
"Dün gece nasıldı? Rosé başını çok ağrıttı mı?"
"Aslına bakarsan..." yüzüme saniyelik bir bakış atıp "annemdi" diye mırıldanırken ifademdeki merakı arttırdım. "Dün akşam annemler dönmüştü ve bilirsin... Rosé onlara her şeyi çoktan anlatmış."
"Harika! Artık bütün ailen benden nefret ediyor!" diye yakındım alaylı bir tavırla.
"Annem senden başından beri nefret ediyord- Yani, kim olduğunu bilmediği zamanlar dışında."
Bunun doğru olduğunu zaten tahmin etsem de sahte bir üzüntüyle "bu kadar açık sözlü olmamalıydın" diyerek yanağıma küçük bir öpücük kazandım. İlgisi gerçekten güzel hissettiriyordu.
"Beni dinle, ne söylediklerini umursamıyorum, tamam mı? Hatta onlara en kısa zamanda gerçeği anlatacağım." Fazla insanın olmadığı caddede durup kollarını sıkıca belime sardıktan sonra "bu yüzden lütfen kendini suçlu hissetme" diye ekledi. Zaten suçlu olsam bile.
Birkaç saniye başka hiçbir şey konuşmadan sadece öyle durup anın tadını çıkartmaya baktım. Gün içinde oldukça ayrı kalıyorduk ve üstüne üstlük karşımda benimle görüşmesini istemeyen koca bir ailesi vardı. Ve bir de Seonghwa. İşler bu kadar karışıkken ne zaman mutlu olabileceğimizi düşündüm. Kendime bile tam anlamıyla açıklayamadığım çoğu şeyi onlara açıklamaya çalışmak epey uzun sürecekti. Belki de kaleyi ikinci kez içten fethetmem gerekiyordu.
Sessizce "Lisa" diye mırıldandım. Hızla geri çekilip elleriyle yavaşça omuzlarımı sıkarak "ne dedin?" diyeceğini tahmin etmiyordum. "İsmim 'Lisa' değil Jennie. İsmim 'tatlım'. Bana 'tatlım' diye seslenmelisin."
Bu sahte telaşı ve dünyanın en önemli şeyini anlatıyormuş gibi görünen ifadesi beni güldürmeye yeterken "tatlım" diyerek onu tekrar ettim.
"İşte şimdi oldu."
"Tatlım, aslına bakarsan söylemek istediğim bir şey var. Seonghwa, bugün onunla görüşeceğim." Biraz durup tepkisini anlamak için yüzüne baktım. Az önce gülümseyen dudakları yavaşça düz bir hale gelse de, ifadesinde herhangi bir öfke görmemem iyiye işaretti. Ardından "sadece bilmeni istedim" diye ekledim.
Beni sorgulamayacağını biliyordum. Öyle de olmuştu. Kısa bir baş sallamasının beraberinde "ona bizden bahset" dediğinde gülümseyip "yapacağım" dedim.
"Annem ve babamın evimde olduğundan haberi vardır. Yani camlarımı indirmek için biraz daha beklemek zorunda."
Bunu alayla söylese bile, Seonghwa'nın tüm bu söylediklerini yapabileceğini bildiğim için rahat değildim. Aslında o Lisa'ya gerçekten zarar gelmesini istemeyecek türden bir kuzendi ama yine de, fazla sinir bozucu olabiliyordu.
"Belki de ona en son bahsetmeliyiz."
"Bunu yap ve sonra Seonghwa evimi taşlarken Rosé'nin ona nasıl yardımcı olduğunu gör, değil mi? Harika kuzenlere sahibim."
Sanki söyledikleri doğru değilmiş gibi keyifle kahkaha attıktan sonra boğazını temizleyip ciddileşmiş, "onun o tekmelemek istediğim sinir bozucu suratına katlanamazsan lütfen bana haber ver" diye devam etmişti. Eğer bunu yaparsam sonucunda neler olabileceğini tahmin ediyordum. Bu yüzden haber vermeyecek olsam bile onaylamak adına gülümseyip başımı salladım.
***
Bir zamanlar birlikte geldiğimiz restoranın üst katında ve sürekli birlikte oturduğumuz masada gergin suratını görmemle derin bir nefes aldım. Adımlarım yanına doğruyken rahat görünmeye çabalıyordum, fakat ona mantıklı bir açıklama yapamayacağım için tam aksinin olduğuna emindim.
Bakışlarımız buluştuğu sırada aniden ayağa kalkıp aptal gibi gülümseye başlamıştı. "Geldin" diye kendi kendine mırıldanırken sanki bu ilişkiyi mahveden, dahası bu ilişkiyi mahvedip onu kuzeniyle düşman yapan kişi ben değilmişim gibi sakince karşısına oturup "gördüğün gibi" dedim.
"Aramalarıma ve mesajlarıma cevap vermedin. Düşündüm ki biraz rahatlamaya ve kendini toparlamaya ihtiyacın vardı, değil mi? Bu yüzden seni bir süre rahatsız etmemeye karar verdim ve şimdi teklifimi kabul ettiğin için teşekkürler."
Bu hızlı ve soluksuz konuşmanın ardından verecek bir cevap bulamadığım için başımı sallamakla yetindim. Bunu farketmiş olacak ki, hemen boğazını temizleyip "bir şeyler yemek ister misin?" diye sormuştu. "Özellikle burayı seçtim. En sevdiğin yemekler ve tatl-"
"Seonghwa. Buraya sadece bir şeyleri netleştirmek için geldim."
Bir süre sessiz kaldıktan sonra "anlıyorum" diyerek derin bir nefes aldı. "Bak, Jen. Şahit olduğun tüm o aptalca ve çocukça tartışmalar için Lisa adına üzgünüm. Eminim onca şeyden sonra senden özür bile dilemedi. Neden bu kadar tuhaf davrandığını bilmiyorum ama, sanırım neden bu mesleği seçtiğini açıklıyor-"
"Burada benimle Lisa adına konuşmaya devam edecek misin?"
"Ah, üzgünüm." Yarısı su dolu bardaktan bir yudum alıp kaçıncı kez olduğunu sayamadığım şekilde boğazını temizleyerek "haklısın" diye mırıldandı. "Neden bir anda benden ayrılmak istediğini anlamıyorum. Çok hızlı ilerlediğimizin farkındayım, ağırdan almam gerekirdi. Eğer istersen," masanın üzerindeki elimi tuttuktan sonra "istersen yeniden başlayabiliriz" dediğinde elimi bacaklarımın üstüne koydum. "En başından başlayalım Jen, lütfen. Söz veriyorum, istemediğin hiçbir şeyi yapmam. Evlilik teklifini unut. Hatta tam şu anda yeniden ilk kez tanışabiliriz."
"Kararım kesin Seonghwa."
"Öyleyse neden? Bak, yurtdışı seyehatlerimi en aza indireceğim. Eğer bunun içinse-"
"Artık sana karşı bir şey hissettiğimi sanmıyorum."
"Bir anda mı?" diye yüksek sesle konuşup irkilmemi sağlasa da soğukkanlılığımı korumaya çalışarak "bir anda" diye tekrar ettim.
"Bu mantıklı bile değil! Sadece birkaç hafta yurtdışındaydım ve bütün hislerin öylece bitti mi??"
"Bağırmayı kes."
Ardından diğer insanların rahatsızca bize bakmalarına sebep olacak şekilde kahkaha atıp "tahmin etmeliydim" demiş, daha da sinirimi bozan bir ifadeyle "Lisa'ydı" diye eklemişti. "O kaltak sana benim hakkımda ne tür yalanlar söylediyse hepsini unut Jennie. Onu sen de tanıyorsun! Solucanlarını hatırla! Hepsinin birer ismi bile vardı! Ve şimdi gidip delinin birine mi inanacaksın??"
İçimdeki alev gitgide artarken dişlerimi birbirine sürterek öfkemi bastırmaya çalıştım. Sonuçta ortamdaki hava değişmemişti ama en azından dudaklarımdan sakince birkaç kelime döküldüğü için şanslıydım. "Onun hakkında bu şekilde konuşabileceğini mi sanıyorsun?"
"Bekle, bekle... Yani şimdi de onu bana karşı savunuyorsun öyle mi? Sırada ne var? Yoksa çoktan beni aldattığını söylemek için mi buradasın?? Biliyor musun, aslında bu her şeyi açıklıyor."
"Kapat çeneni, seni aldattığım falan yok."
"Öyle mi?" diyerek sinirle ayağa kalkıp bir şey daha söylemek için masanın yanında durduğunda gerginlikle nefesimi tuttum. "Bunu sevgili kuzenimle görüşeceğim."
O an, batırdığımın tamamen farkındaydım ve ihtimaller beynimde şimşek gibi çakarken onu durdurmak adına peşinden bile gidemedim. İçine düştüğüm durum berbat ötesiydi. Şu anda yapabileceğim tek şey Lisa'ya haber vermekken endişeyle ayaklanıp restorandan çıktım. Resmen bir filmi yaşıyor gibiydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sand Castle || JenLisa
FanfictionO, her öğleden sonra kum havuzunun köşesinde solucanlarla oynayan küçük bir kızdı. [tamamlandı]