"Tatlım, şimdi oradan pencereme bakmayı bırak ve evine gir. Ayrıca kendine dikkat et çünkü Rosé'in bu akşam başının etini yiyeceğinden eminim."
"Neden eve girer girmez üstüne bir gecelik giydin ki?"
"Beni görebiliyor musun?"
"Sadece gölgeni. Hadi perdeni aç."
Karşı taraftan iç çekme ve hemen ardından küçük bir kıkırtı sesi duyduğumda gölge de git gide uzaklaşıyordu. Bununla birlikte kendisini ve odanın ışığında aydınlanan siyah geceliğini yalnızca iki saniye görmeme izin verdikten sonra pencerenin önünden ayrılıp "henüz beş dakika önce birlikteydik" dedi.
"Öyleyse beş dakika önce bana bir veda öpücüğü vermen gerekiyordu, yanından kovman değil."
"Seni kovmadım" diye mırıldanırken gölgesi iki saniyeliğine kendini belli ettikten sonra perdeyi sonuna kadar açıp gülümsememi sağlamıştı.
"Tamam, veda öpücüğünü telafi edebilirsin. Evine geliyorum-"
"Tekrar yakalanmak mı istiyorsun tatlım?"
"Umrumda değil. Çoktan her şeyi öğrenmiş olmalı."
Jisoo'nun bu olanları sarışına anlatacağından emindim. Ne de olsa Seonghwa onun yakın arkadaşıydı ve söylememesi için hiçbir nedeni yoktu. Bununla birlikte dünyadaki düşmanlarım çoğalmış gibi hissetmeye başlamıştım.
"Tatlım, sanırım o yanına geliyor. Şimdi kapatıyorum. Unutma, o belli edene kadar hiçbir açık vermemelisin. Hoşçakal!"
Hattın diğer ucundaki sesin yerini yaklaşan bir araba sesi doldurduğunda kendimi bütün olacaklara hazırlamaya çalışarak arkama döndüm. Fakat bu manzara, beklediğimden tamamen farklıydı.
"Hey, ne zaman döndünüz?" diye sordum gerginliğimi belli etmemeye çalışarak. "Bir hafta daha kalacağınızı sanıyordum." Ve annemin en ciddi duruşuyla yanıma yaklaşması, Rosé'nin ince sesiyle bağırıp söylenmesinden bile daha berbattı.
"Manobal, duyduklarım doğru mu?"
***
"Tanrım... Sana kaç defa anlatmalıyım?? Bir kız arkadaşım yok, işimi seviyorum ve her şey yolunda, tamam mı?"
"Öyleyse neden bize anlatmadın? Eğer onun Ruby olduğunu bilseydim yemin ederim ki geldiği yere tekrar gönderirdim, bunu biliyorsun."
Dakikalardır dönüp durduğu salonda bunu bırakmayı akıl ederek yanıma oturduğunda derin bir nefes aldım. Neden hayatımdaki başrol sayısı bu kadar fazla olmak zorundaydı ki?
"Anne, hala burada olsa bile onu rahatsız etmeyeceğinden emin olmak istiyorum."
"Neden bunu yapayım?? Lalisa'mı defalarca üzdükten sonra rahatça yaşamasına izin mi vereceğim??"
Artık bu boğucu ortamdaki havayı solumaya dayanamadığımı farkederek ayaklanırken "on yaşında değilim" diye mırıldandım öfkeyle. "Kendi başımın çaresine bakabilirim ve siz buna karışmayacaksınız."
Odama ilerlemek üzereyken kulağımdaki ani acı bunu engellediğinde anneme "ne yapıyorsun??" diye söylendim.
"Seni küçük... Ukala- Annene nasıl böyle karşı çıkabilirsin??"
"Tamam, tamam özür dilerim! Lütfen kulağımı bırak!"
"Dersini aldın mı??"
"Evet!"
Parmaklarını çekip hiçbir şey olmamış gibi az önce kalktığı koltuğa otururken çoktan kızaran ve yanmaya başlayan kulağımı sıvazladım. Onu o kadar sert bir şekilde kavramıştı ki, belki de kopartmadığı için Tanrı'ya şükretmem gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sand Castle || JenLisa
FanfictionO, her öğleden sonra kum havuzunun köşesinde solucanlarla oynayan küçük bir kızdı. [tamamlandı]