BÖLÜM 17: Küçük Kıyamet

1.5K 88 9
                                    

Tik - tak - tik - tak - tik - tak.

Duvardaki saatin saniye ritmi beynimin içinde çınlıyordu. Uraz'ın evinin salonunda tek başıma oturuyordum. Tek başımaydım çünkü; Pars ben uyandığım anda motor takmış gibi jet hızlıyla kaçıp gitmişti. Ensar, kahvaltı hazırladığını, söyleyip gitmişti. Uraz'ın nerede olduğunu bilmiyordum.

Dün gece, karşısında boğularak ağladığım an aklıma gelince sinirle gözlerimi yumdum. Başka insanların yanında gözyaşlarımı tutamama özelliğimden nefret ediyordum. O da ne zaman ağlasam "Ağlama," diye emir veriyordu. Hatta bu yüzden beni arabasından atmıştı.

Fakat dün gece daha farklıydı. Ne arabasından atmıştı ne de beni susturmuştu. Sessizce, geçmesini beklemişti. Açıkçası bunun için minnettardım. Gururumu tekrardan ayaklar altına sermemişti.

Neden ağladığıma gelecek olursak...abim yüzünden, yani onunla yüzleşecek cesareti kendimde bulamadığımdan. Yine her zaman olduğu gibi, bana yakıştığı gibi kaçmıştım. Her zaman kaçıyordum. Babamı öğrendiğinde orada olmak istememiştim, kendimi suçlu hissediyordum çünkü ona bunu söylemem, bir şekilde ona ulaşmam gerekirdi. Ama ben yine o zaman da kaçmıştım. Anneme meydan okumaktan, kötü haberi vermekten kaçmıştım.

Uraz'a beni eve götürmemesi için yalvarmıştım. Kesinlikle kabul etmesini beklemiyordum, hatta bana evini açmasını asla beklemiyordum. Ondan beklediğim; kapıyı açıp beni tekmelemesiydi. Tamam, belki tekme biraz ağır olabilirdi.

"Uyandın mı?"

Ellerimin arasına gömdüğüm yüzümü, geri çekince Uraz'la karşılaştım. Altında koyu gri bir eşofman, üstünde yarım kollu beyaz bir tişört vardı. Tişörtün üstünde, büyük ve karakteristik harflerle CATCH ME yazıyordu. Saçı her zaman olduğunun aksine karışıktı, doğal hali hafif dalgalıydı. Şu an benim saçlarımda yeni uyandığım için dalgalıydı, en sevdiğim şeklinde yani.

"Şey, ben-"

"Aç mısın?" diye sordu.

Hızla başımı olumsuz anlamda sallayınca "Neden?" diye sordu. "Neden hiç aç değilsin?" diye ekledi.

"Uyanır uyanmaz yemek yiyemiyorum." Aklıma gelen ilk yalanı söyledim. Aslında yalan sayılmazdı, şu an gerçekten aç değildim. Kafam karışık olduğunda midem aklıma gelmiyordu.

"Birazdan yersin o zaman." Tam arkasını döndüğü sırada "Uraz," diye seslendim. Omzunun üstünden bana bakıp tek kaşını kaldırdı. Konuşmamı bekliyordu. Kelimeler ağzımın içindeydi ancak sesime yansıtamıyordum. Derin bir nefes alıp kendimi cesaretlendirdim. Zor değildi, her zaman yaptığım bir şeydi. Sadece ona karşı bir ilkti.

"Teşekkür ederim," deyiverdim. İlgisini çekmiş olacak ki tamamen bana döndü. "Ne için?"

"Dün-"

"Tamam, tamam. Gerek yok." Sözümü kesti. Bu sefer susmayacaktım. Lafımın yarıda kalmasını önemsemeden "Dün beni mazur gördüğün ve evinde kalmama müsaade ettiğin için teşekkür ederim," diye tamamladım.

Bir süre sessizce bekledi. Elleri eşofmanının cebindeydi, omuzlarının hacmi büyümüştü. Bu mesafeden Herkül gibi görünüyordu.

"Beni ilgilendirmez."

"Ne?"

"Aile sorunun beni ilgilendirmez."

Biraz tuhaftı. Eğer ilgilendirmiyorsa- Bunu kendi içimde düşünmek yerine ona söylemem gerekiyordu. "Eğer ilgilendirmiyorsa, bana neden yardım ettin?"

Bakışlarını birkaç saniye kaçırdı, bana doğru bir adım attı. Koltuktan kalıp, yanına yürüdüm. Şimdi karşı karşıyaydık; gözlerindeki binbir çeşit tonu net şekilde görebileceğim bir mesafede.

FARAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin