BÖLÜM 5: Yaralar

2.7K 112 21
                                    

Turkuazın en solgun hali duvarları sarmalıyordu, yerler gri parkeyle donatılmıştı. Duvarlardan birinde, duvarın tamamını kapsayan bir LCD ekran televizyon asılıydı. Tüm mobilyalar, siyahın en davetkâr tonuna sığınmıştı. Üzerinde oturduğum siyah deri koltukta buna dahildi, tek bir koltuk haricinde hepsi siyahtı. Tekli bir koltuk mavi rengindeydi ve üstünde küçük kırmızı bir yastık vardı. O yastık, bu salonda kırmızıya ait tek varlıktı. Eşyalar az olsa bile göz doyurucuydu, şurası neden boş kalmış, diyemiyordunuz. Bizimki kadar olmasa da bir apartman dairesiyle karşılaştırınca alabildiğine büyük bir salondu. Bir insan eviyle ancak bu kadar özdeşleşebilirdi.

Eve girdiğimiz gibi beni koltuğa bırakıp yanımdan gitmişti. Bu evin ona ait olduğunu, kapıyı anahtarla açmasından tahmin ediyordum. Kucağında beni taşırken, kapıyı açması zor olmuştu ama içten içe beni taşıması da hoşuma gitmişti. Ayrıca eşyalar da bu evin ona ait olduğunu fısıldıyordu.

Beni bırakıp gittiğinden beri yaklaşık beş dakika olmuştu. Tanımadığım, bilmediğim bir evde ne olduğundan habersiz kendi kendime bekliyordum. Amacını güdemediğim, bu ne idüğü belirsiz adamın evinde işim yoktu ama buradaydım işte. O hazır içerideyken, gidebilirdim ve gidecektim de.

Ellerimi koltuk minderlerine bastırarak ayağa kalktım. Tam bir adım atmıştım ki sesini duyunca olduğum yere mıhlandım.

"Otur oturduğun yerde."

Dönüp baktığımda elinde bir kova taşıdığını gördüm. Tekrar koltuğa oturduğumda yanıma gelip, kovayı önüme bıraktı. Temkinli bir şekilde onu seyrediyordum. Ayaklarıma uzanıp ayakkabılarımı çıkardı.

"Ne yapıyorsun?" diye sordum.

Çoraplarımı da çıkarıp kenara attı.

"Eteğini kaldır." Diye emir verdi.

"Niçin?"

"Kaldır, dedim."

"Bir sebep söylersen kaldırırım."

"Ehh! Seninle mi uğraşacağım be?" dedi ve sertçe eteğimi yukarı kaldırdı. Aynı sertlikle ayaklarımı çekip kovanın içine daldırdı. Ilık suya temas eden tenim minnetle çırpındı. Tenimin uyuştuğunu ve yaraların sızladığını hissettim.

Yavaş yavaş gevşerken farkında olmadan kendimi geriye doğru bıraktım. Koltukların geniş sırt yastığına başımı yaslarken şuursuzca göz kapaklarım kapandı. Suyun içindeki ayaklarımı ağır ağır oynatıyordum. Tüm gün boyunca rahat hissettiğim tek an bu olmuştu. Suyun tenime sunduğu ferahlıkla mayışıyordum. Eteklerimin ıslanmaması için daha çok yukarıya çektim, yırtmaçlı modelinden dolayı hem arka hem ön kısmı ayrı ayrı tutmam gerekiyordu, ikisini de baldırıma kadar çekip sabitledim, böylece ıslanmayacaklardı.

Başım hala yastıktayken gözlerimi araladım, başımda dikilen adama aşağıdan baktım.

Dudaklarımı ıslatıp "Teşekkürler." Diye mırıldandım. Hiçbir tepki vermediğinde tekrar gözlerimi yumdum.

Kısa bir süre sonra ayak sesleri işittim, kalkıp gitmiş olmalıydı. Yatışmış sinirlerim ve dinlenmiş olmanın verdiği huzurla gözlerimi açtım, tahmin ettiğim gibi tek başımaydım. Koltukta biraz daha doğruldum ama hala yarı uzanır pozisyondaydım.

Salona geri döndüğünde elinde krem rengi bir şişe vardı, diğer elinde siyah bir havlu.

"Onlar ne için?"

Önümde durup krem rengi şişenin kapağını açtı ve kovanın içine döktü.

"Bu nedir?" diye sorduğum anda sanki cevabı vermek istermişçesine varlığını belli ederek, vanilya kokusu sardı dört bir yanımı. Şişeyi koltuğa attığında elime alıp üzerini okudum, vanilya aromalı bir vücut spreyiydi. Kovadaki su çok hafif köpüklenmişti ama ne yalan söyleyeyim ayaklarım daha da ferahlamıştı. Üstelik salonu kucaklayan vanilya kokusu tamda bir romantizm filminin sahnesinden çekip koparılmış gibiydi. Yalnızca ayaklarım değil, bedenim de huzura ermişti, ruhum bile dinginleşmişti. Bu koku eşliğinde dans etmek isterdim ya da uykuya dalmak. Her halükarda cennette tura çıkmışım, izlenimini yaratacağı bir kesindi.

FARAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin