BÖLÜM 11: Kaçış (Part 1)

2.2K 106 11
                                    

Sabahın bu saatinde okulda ne aradığıma dair tek bir fikre sahip değildim. Öğretmenler bile sıcacık yatağını bırakmaya kıyamamış, hala uykularında olmalıydılar. Birkaç yönetim yetkilisi dışında okulda tektim. Müdiremin dikkatini çekmiş olduğumdan yarım saattir odasında onunla anlamsız bir sohbet içindeydim, önümdeki sehpada benim için ısmarlanan bir fincan yeşil çay duruyordu.

"Beni çok şaşırttınız matmazel." diye konuştu aksanlı ses.

Müdiremiz Amalie Dupont, Fransız asıllıydı, okulu da onun büyük büyük dedeleri yaptırmıştı. Yıllardır Türkiye'de yaşamasına rağmen, aksanlı konuşmak bir yana, bizimle -istisnai zamanlar haricinde- Türkçe bile konuşmuyordu. Fransızların bu kendini beğenmişliğine hayrandım doğrusu.

"Dediğim gibi; saatimi yanlışlıkla bir saat ileri almışım. Gelmişken de dönmek istemedim." diye açıklamaya çalıştım yalanla. Bu kadar erken bir saatte okulda olmamı kabullenemiyor gibiydi ama abartılacak bir şey yoktu. Sadece biraz erken gelmek istemiştim. Hepsi bu...

"Anneniz biliyor mu?"

"Tabii, haber verdim." Eminim, annem her şeyden habersiz, hala uyuyordu.

"İtiraf etmeliyim ki sizi normal saatinde bile okulda görmeyi beklemiyordum." Kelimeleri dilinde kaydığı için anlamakta biraz güçlük çekmiştim.

"Niçin madam?"

"Acı kaybınızı biliyorum, bir süre izinli sayılacaktınız fakat buradasınız."

"Ben iyiyim, okula gelebilirim."

"D'accord! Siz öyle diyorsanız." diye mırıldandıktan sonra kolundaki zarif saate baktı. "Dersin başlamasına az bir süre var."

"Pekâlâ, ben sınıfıma gitsem iyi olacak." Ilık hale gelen çayın son yudumlarını boğazıma dizdim. "Merci." Çay için teşekkürlerimi sundum.

Yeşil gözlerinin içiyle gülümserken, gözlerinin kenarı kırışıyordu. "Avec votre permission." Çıkmak için iznini istedim.

"Bien sûr." Eliyle kapıyı işaret ederek, çıkmama izin verdi.

Sınıfa gitmeden önce tuvalette elimi yüzümü yıkamak istedim. Biraz midem bulanıyordu, dün gece bomboş bir mideyle yattığım için sabah kalktığım gibi yemek yemiştim. Hatta buna yemek yemek, denmezdi; yemek sömürmek, falan denilebilirdi. O kadar çok yemiştim ki, diyaframım içimde sıkışmıştı, nefes alamıyordum.

En iyisi onları kusmaktı.

Tuvalete girdiğimde, tam da tahmin ettiğim gibi boş olduğunu gördüm. Zaten okula yeni yeni gelmeye başlamışlardı. Kabinlerden birine girdikten hemen sonra, dizlerimi kırıp yere eğildim. Alaturka tuvalete kusmak daha iyiydi, en azından klozetin içine başımı sokmak zorunda kalmıyordum.

Yere çömelmiş bir şekilde dururken midemdekiler boğazıma kadar çıktı. Kendimi parmaklamama gerek bile kalmamıştı, kendiliğinden çıkmaya başlamışlardı. Uzun bir süre kustuğum için bu defa gözlerim yaşarmakla kalmamış, damlalar halinde yanağımda süzülmüşlerdi. Doğrulduğumda, nefesim sıktı ve derin derin içime çekiyordum. Tuvalet kapısının açıldığını duyunca, çıkmaktan vazgeçip içeride kaldım.

"Uykum var!" diye sızlandı biri esnerken.

"Biz anca uyuyalım zaten. Biz uyurken, millet işi pişiriyor." dedi öteki.

"Off! Abartma yaa, sadece arkadaşlar, diyorum sana."

Ne konuştukları umurumda değildi fakat kulaklarımı tıkasam dahi, tuvaletteki ekodan ve içerinin boş oluşundan dolayı, konuştuklarını duyardım.

FARAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin