BÖLÜM 9: Güç

2.1K 98 7
                                    

Arabanın lastikleri taşlı yola girdiğimizde parçaladığı taşların sesini bize duyurdu. Sebepsizce bu sesi sevmiştim, biraz daha duymak istiyordum. Bu ses bir nevi gücü temsil ediyordu; lastikler, taşları, üstünlüğüyle yok ediyordu...işte bu güçtü. Güç her insana bahşedilen bir meziyet değildi, ne yazık ki. Yalnızca seçilmiş kişilerde olurdu. Bu seçilmiş kişiler genelde hayatın sillesini yemiş, acıyı derinden tatmış insanlar oluyordu. Kimisi acıya dayanamaz ve pes ederdi; bataklığa sürüklenir, boğulur, kaybolurdu. Kimisi tüm acılara katlanır ve göğüs gererdi; dimdik ayakta durur, başını eğmez, güçlü kalırdı.

Ben acıya dayanıksız olan kesime dahildim. Babamın ölümünün yaşattığı acıyla, en baştan fire vermiştim. Rezil intihar girişimim bunun en büyük ispatıydı, hala bu aptallığa nasıl düştüğüme inanamıyordum. Kendime sunabileceğim tek bir açıklama vardı; acılara karşı güçsüz oluşum. Aslında bu bir kaçıştı, o yüzden intihar etmeye kalkmıştım. Kalıp, direnmekti zor olan, ben ise ardıma bakmadan kaçmayı seçmiştim. Tam bir korkak gibi...

Uraz'ın beni hangi cehenneme getirdiğini anlamak için etrafıma bakındım. Daha önce hiç bulunmadığım belki misalden bile görmediğim bir yerdi. Yine de nerede olduğumuzu anlayabilmiştim, tabelalar bana cevabı veriyordu. Kafam karışmıştı çünkü ne diye burada bulunduğumuzu anlayamıyordum. Burası bir poligondu, benim asla işimin olmayacağı bir yerdi yani.

Onun arabadan indiğini gördüğümde hemen arkasından ben de dışarıya çıktım. Tek bir açıklama yapmayarak taşlı yolda ilerliyordu. Bastığı yerde parçalanan taşlar acıyla çığlık atıyordu. O da güçlüydü, o da eziyor, o da yok ediyordu. Benim adımlarım taşlara bir zarar vermeksizin ilerliyordu, sanki taşlara basmadan yürüyordum. Bu denli güçsüzdüm işte, ruhsal açıdan da fiziksel açıdan da yeniktim. Hassastım bir kere. Kırılgandım.

Benim gibi bir insanın katlanamayacağı şeyler yaşıyordum. Ölüm acısını tadıyordum son günlerde, bu acı güçlü insanların dahi kaldıramayacağı kadar büyüktü. Sonra, hor görülüyordum; tanımadığım bir adam tarafından. Duygularımı incitiyor, zorluyor, kabalık taslıyordu. Düşüncelerimi sormuyordu, önemsemiyordu. Öyle olmasını istediğimden değil ama madem benim yanımda olacaktı o halde bana karşı anlayış göstermesi gerekirdi. Her dakika, onun için bir zorundalık olduğumu hissettirmesi gerekmezdi. Benimle yalnızca babama verdiği söz için vakit harcıyordu, kendi istediği için değildi. Eminim bu da onu boğan bir şeydi: Kendi istediğinin olmaması. Genelde hep ne isterse o oluyordu, şu anda da olduğu gibi, bizi buraya sürükleyen oydu.

"Niçin buradayız?" diye sordum nihai cevabımı almak için.

"Göreceksin." Dedi yalnızca.

Onunla laf dalaşına girmeyi hiç ama hiç istemiyordum. Zaten başlı başına kötü bir gün geçiriyordum, tam anlamıyla kötü bir gün. Sıkıntıdan kusasım vardı artık, acılardan gına gelmişti. Sabahın köründen beri olmadık şey kalmamıştı, dakikalar ilerledikçe çok daha fazla yorgun düşüyordum. Niteliksiz vücudum beni taşımak istemiyordu, bir köşeye kıvrılıp uyumak istiyordu. Günün yarısına gelmemiştim lakin bir haftaya sığacak kadar şey yaşamış haliyle bitap düşmüştüm.

Uyursam, her şey geçecek gibiydi. Uyku da hayır vardı; uzaklaşıyordun bir kere, soyutlaşıyordun. Dünyanın tasası sana kalmıyordu, kendi çapında yaşıyor ve düşüncelerden sıyrılıyordun. Bir süreliğine dünyaya küsmek gibiydi bu, bu küslüğü seviyordum. Rahat rahat, ferah ferah nefes aldığım bir küslüktü bu, hep sürmesini isteyeceğim bir küslük...

Büyük, ürkünç binadan içeri girdik. Ben yalnızca onu seyretmekle yükümlüydüm, konuşmuyor, olacakları bekliyordum. Zaten eninde sonunda neler olduğunu anlayacaktım. Az evvel konuştuğu adamla birlikte bir odaya girdik. Oda iki taraflıydı; şu anda bulunduğumuz kısmın önünde bariyerler vardı, tahminen yüz metre ilerisinde de hedef çizelgeleri bulunuyordu. Görevli adamın bana uzattığı korunma gözlüğünü ve kulaklığını elime aldım.

FARAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin