BÖLÜM 11: Kaçış (Part 2)

1.9K 102 11
                                    

Ciğerlerim patlayana dek koşmak akıl kârı mıydı? Üstelik bardaktan boşalırcasına yağmur yağarken... Ve arkamda beni yakalamaya çalışan iki koca adam koştururken....

Bir anlığına mantığımı yitirmiştim, aklım öylesine karışmıştı ki ne yapacağımı bilmeden koşmaya başlamıştım. Uraz'ı gördüğüm andan beri soluksuz bir halde koşuyordum, etrafa saçtığım su damlaları umurumda değildi ya da saçlarımın, kafa derimle beraber sırıl sıklam olması...umurumda değildi. Yalnızca uzaklaşmak istiyordum.

Biliyordum. Babamı kaybedersem böyle olacağını biliyordum. O benim hayatımdaki sığınaktı ve artık saklanacak yerim kalmamıştı. Öylesine savunmasız, öylesine yalnızdım ki... İçime çektiğim nefes dahi bana ait değil iken nasıl bu dünyadan göçüp gidecek birine böylesine bağlanmış, böylesine kendimi adamıştım? Pekâlâ, o benim babamdı ama sonuç itibariyle o da bir insandı ve elbet bir gün gidecekti -ki gitmişti de. Bir daha asla kimseyi iliklerime kadar sevmemeye yeminliydim artık. Aynı hüsranı tadmaya razı olamazdım. Sevgi benden öte duracaktı, kalbimi terk edilmiş bir sahil kasabasına çevirecektim.

Benimkinden on desibel daha yüksek çıkan adım sesleri; kulaklarımı taciz ediyordu. Eğer baştan yol kat etmeseydim, beni çoktan yakalamışlardı fakat çok şükür ki ben öndeydim ve onların bana ulaşmak için hızlarını üçe çıkarmaları gerekiyordu. Olur da arkama bakarım ve dengemi kaybedip, düşerim diye ödüm kopuyordu. Bu mesafeyi kaybedemezdim.

"Dur!" diye bağırdı.

"Bırakın peşimi." Ses tellerim kopana dek çığlık attım.

Uzun bir süreçtir koşuyorduk, iki tarafta pes etmiyordu. Onlara yenilmeye niyetim yoktu, gerekirse Fizan'a kadar koşacaktım.

Çıkmaz bir sokağa saptığımı görünce göz bebeklerim dehşetle genişledi. Zaten yüksek tempodan hızla çarpan kalbim; şimdi sınırlarını iyice aşıyordu. Bu hızla çarpması kesinlikle normal değildi. Boğazımın kuruluğu öylesine baskındı ki yuttuğum hiçbir tükürük bunu yenemiyordu. Sarsak bir iki adımla arkama dönüp çıkmaz sokaktan çıktım fakat aradaki mesafeyi kısaltmak zorunda kalmıştım. Soldaki büyük binanın köşesinden döndüm ve işte yepyeni bir istikamette, yepyeni bir diyarda koşuyordum. Bu sokak öncekine oranla, fazlasıyla ıssızdı. Artık seslerini çok ama çok daha net duyuyordum. İkisi de sürekli bana durmamı emrediyordu.

Hadi Uraz'ı anlıyordum da Ensar ne diye peşimi bırakmıyordu ki? Uraz bir psikopattı, kafayı babama verdiği söz ile bozmuştu. Benden nefret etmesine rağmen beni bırakmıyordu, bu sadakati gözlerimi yaşartıyordu doğrusu.

Artık ne bacaklarımda ne de ciğerlerimde derman kalmamıştı. Gırtlağımda acı bir tat vardı, artık dilim bile tükürük salgılamıyordu. Keşke sürekli sanatla ilgilenmek yerine biraz daha sporla uğraşsaydım, diye hayıflandım. Bu çelimsiz bedenimin kuvvetlenmesi gerekiyordu, sanıyorum Yağız'ın teklifini kabul etmeliydim. Hiç yoktan iyidir, vücudum zinde olurdu en azından. Daha çok spor yapmış olsaydım şimdi daha hızlı koşar, neremden nefes almam gerektiğini, ne süratle koşmam gerektiğini bilirdim.

Gittikçe yavaşlıyordum ama hala aramızdaki mesafeyi korumayı başarıyordum.

"Sahra!" diye bağırdı Uraz. "O bacaklarını kırıp eline vereceğim."

Üstüme iyilik, sağlık! Hangi hâdle? Sinirlerimi oynatmıştı -ki bu hiç iyiye alamet değildi. Öfkenin bedenime enjekte ettiği cesarete dayanarak arkama dönüp bağırdım: "Yakalarsan, verirsin."

Önüme döndüğümde bir duvara tosladım. Şimdi burnumun kırılması, kaşımın yarılması gerekiyordu ama acıya yakalanan bir bölgem yoktu. Kollarımın yanında bir kuvvet hissedince gözlerimi tedirginlikle açtım. Tanımadığım bir adam beni iki yanımdan tutmuş, gülmemek için kendini zor tutuyormuş gibi gözlerime bakıyordu.

"İmdat!" diye haykırdım panikle. "Yetişin! Adam kaçırıyorlar."

Karşımdaki adam kendini daha fazla tutamayıp bir kahkaha patlattı. Ben onun aksine neşeden pek yoksundum, hatta gözlerim yaşarmaya başlamıştı bile. Alt dudağım titrerken, göz pınarlarımın kızardığını hissediyordum. Şu anda iyi olan tek şey, artık düzenli bir şekilde nefes alıyor oluşumdu. Nefes nefeseydim ama daha iyi nefes alıyordum.

Büyük ayakların sesleri çok ama çok daha yakınımdaydı. "Kurtarın beni," diye yalvardım. Gurur yapacak zaman değildi. Diliyorum Uraz'ın insaflı anına denk gelirdim, ya da Ensar'ın. Beni bu adamın ellerine bırakacaka halleri yoktu değil mi?

"Uraz," dedim heyecanla. "Ensar."

Uraz ya da Ensar, ikinizden biri, yardım edin!

"Ne oldu?" diye sordu Ensar. "Bu adam beni kaçırıyor," dedim.

"Ne yapalım yani?" Ölümüne umarsız geliyordu Uraz'ın sesi.

"Yardım edin."

"Kendi başının çaresine bak. Az önce kaçmasını biliyordun, şimdi de kaç."

Adamın yüzüne baktığımda gözlerinin üstümde olduğunu fark ettim. "Yürü, gidiyoruz."

"Nereye?" Adeta cırlamıştım.

Hepsi bir anda sessizliğe gömüldü. Aralarında dönen gizli bir esprinin tadını çıkarır gibiydiler. Oysa ki ben! Hiç de bir şeylerin tadını çıkarıyor gibi değildim. Kalbimin derinine bir korku belası musallat olmuştu; ritmimi her saniye daha da hızlandıran. Yine tanımadığım bir adam tarafından sürükleniyordum. Üstelik kaçmak istediğim adama muhtaç olmuştum, onun korumasına ilk defa böylesine ihtiyaç duyuyordum.

***

Kısa olduğunu biliyorum fakat bu zaten diğer bölümün devamıydı. Yeni bölüm yakın zamanda gelir. Hikayenin okunmaması hala daha moralimi bozsa da, gelen güzel mesajlar ve yorumlarla teselli oluyorum. Hepinize teşekkürler.

Multimedia: Ensar

FARAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin