"I lost myself, Then you came found me."

37 12 6
                                    

Never Not- Lauv

.

.

.

Ta ki o sokağa gelene kadar. Dükkan depolarının olduğu ara ve çok dar olan sokak. Küçükken hep boyadığım kepenklerin önünden geçmek istemiştim. Bu yüzden nezarethanede kalmıştım bir gece ama hiç bırakmamıştım yapmayı. Hafif atıştıran yağmurda en fazla ne olabilir ki diyerek diğer sokaklara göre birkaç insan olan bu sokağa girdiğimde önümde benle aynı yönde yürüyen biri ve bize doğru gelen iki kişi vardı. Ben kepenklere bakarken bize doğru gelen iki kişiyle önümdeki kişi çarpıştı. Belli ki önümdeki sarhoştu. Adamlar bağırmaya başladı. Önümdeki adam hiçbir şey demeden öylece duruyordu. Adamlar ilk önce karnına vurmuş sonra ise onu kepeklere ittirip yüzünü yumruklamışlardı. Karanlıkta biraz zorladıktan sonra gözlerini görebilmiştim. O sırada adamlar gitmeye başlamıştı. Gözlerime inanamamıştım. Eskiden boyadığım kepenklerin önündeki sevgilim yığılmıştı. Koşarak yanına gittim.

"Jeon, iyi misin!?"

"Taehyung..."

Kollarından tutup kaldırmaya çalışmıştım ama çok ağırdı. Sonrasında elimi tutmuş ve birkaç yeri kanayan yüzüyle bana bakmıştı.

"Taehyung.."

Ağlamak üzere olduğumdan bulanık görüyordum her şeyi. Dayanamayıp dizlerimin üstüne çöktüm ellerini tutarken.

"Sevgilim..."

Gülümsemişti. Kafamı göğsüne gömmüştüm.

"Bana neden anlatmadın."

"Özür dilerim.."

Bir daha da konuşmamıştık uyuyana kadar. Yağmur bastırmıştı o sırada. Biraz dinince ona yardım etmiş ve onu eve götürmüştüm. Tekrar birlikte uyumuştuk.

...

"Deniz subayı olmak istemiyordum. Baba mesleği olduğu için devam ettirmem gerektiğini söylediler. İstemedim ama yapabilecek çok şeyim yoktu. Yoksa Jejudan ayrılamayacaktım. Subaylığı kazanınca Seuol'e geldim. Sonra göreve çıktık. Görev Japonya'nın etrafınını dolaşıp geri Kore'ye dönmekti ama deniz o kadar dalgalıydı ki. Neredeyse resmi olan ilk görevimdi. Hava çok soğuktu ve ara sıra kar yağıyordu. Yeşil takımlarımızın içinde donuyorduk. Botlarımızın üstü kar olmuştu. Dalgalar öyle sallıyordu ki gemiyi ayakta duramıyorduk. Bazen geminin içine giriyordular. Mürettebatla ilişkimiz kesilmişti. Deniz açıklarında Büyük Okyanusta gemi alabora oldu. Alabora olacağını anlamıştık hepimiz. O yüzden sırt çantalarımızı almış yeleklerimizi ne olur olmaz diye giymiştik. Bir işe yaramadı gerçi. Alabora olunca hiçbirimiz birbirimizi bulamadık. Ben ise alabora olup dağılan gemiden koca bir kesite tutundum. Birkaç saat sonra dindi fırtına ama hala kar yağıyordu. Islanmıştım ve donuyordum. Güneş açması için Tanrıya yalvarmıştım. Bir kaya parçası bulunca üstüne çıkmıştım. El ısıtıcılarıyla dayanmaya çalışırken sisler dağılmaya başlamıştı. Deniz dalgalarıyla o kadar sürüklenmiştim ki sisler dağılınca karayı görmüştüm. Orada cidden öleceğimi düşünüyordum fakat karayı görünce ısınmıştım bile. Karaya kadar yüzmeye çalışmıştım. Yakınlaşınca bir bot beni alıp karaya bıraktı. Japonya'ya sürüklenmiştim. Ayaklarım mosmor olmuştu. Bir ay boyunca hastanede yattım. Kimliğim vardı fakat oraya girmek için iznim yoktu. Kaçak olarak hastanede kalmıştım. Sonra ise kaçak olarak tekrar gemiye binmiş ve Kore dönmüştüm. Kimliğimle hastaneye gitmiş ve ilaç almaya çalıştığımda kaçak kimlik kullandığım için beni polise ihbar etmekle tehdit ettiler. Başta çok korkmuştum ama sonra baskıcı ve ne istediğimi umursamayan insanlardan uzaklaşmış yeni bir kimlik alıp yeni bir hayat kurmuştum. Sonra seninle karşılaştım. İlk gördüğümde gözlerimi alamadım senden hatta indiğimde ayıp olmuş mudur diye düşündüm. Çok utanmıştın çünkü. Sonra seni tekrar görebilmek için bindim o saatlerde. Kendimi kaybetmesem seni bulamazdım. Seni buldum sonra sen gelip beni buldun."

Yüzündeki acı gülümsemenin farkındaydım. İçim acımıştı.

"Mutlu musun Jeon?"

"Hiç olmadığım kadar." Demişti ellerimi tutarken.

Yatağın içinde yeni uyanmış bir şekilde oturuyorduk.

"Bekle hemen geliyorum." Demiş ve kalkıp batikon ile yara bandı alıp gelmiştim.

"Öyle göz önündeler ki her halde çok dayak yiyorsun." Demiştim odaya girerken elimdekilere bakarak.

"Sanırım öyle oluyor." Demişti ve kafamı ona çevirmiştim.

"Jungkook burnun kanıyor." dediğimde elini burnuna götürmüş kafasını kaldırmıştı. Koşarak yatağa gitmiş, komidininin üstünden peçete almıştım. Burnunu tıkamış ve kafasını öne eğmesini sağlamıştım.

"Bana bak şimdi. İyi misin?" gözlerini gözlerime kilitlemişti yine.

"İyiyim." Deyince batikonu pamuğa dökmüş ve dudağının kenarına yaklaşıp sürmeye başlamıştım.

"Taehyu...."

"Konuşma süremiyorum."

Birden eliyle iki yanağımı sıkıştırarak dudaklarıma yapıştı.

"Seni seviyorum."

"Ben de seni seviyorum kaçak." 

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
GONEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin