Gölün Büyüsü

101 79 12
                                    

Herkese merhaba <3

İyi okumalar....

Etraftaki sisler kaybolmuş, kral ayaklarımın dibinde durmaya devam ediyordu. Kralın oğlu ise az ileride baygın bedeniyle yerde yatıyordu. O uyanmadan buradan çekip gitmem ve ortalıktan kaybolmam gerekiyordu. Tek problem ise, hala diğerlerine görünüyor olmamdı.  Anlaşılan yeraltı diyarında bulunan kral, hala görünmemi istiyordu.

Derin bir nefes aldım. Buradan gitsem, göründüğüm için beni eninde sonunda  bulurlardı. Daha ne yapacağıma karar veremeden, kralın oğlu uyanmıştı. Sersemleyerek ayağa kalktı. Brian ona ne yaptıysa, sarhoş insanlar gibi görünüyordu. Yerde duran kafaya baktı.  Beni suçlamasını beklerken, o tepki vermemeyi seçti.

Yavaşça kafasını kaldırıp, yüzüme doğru baktı. "Ne yaptın sen?" Dedi. Şaşkınlığı yerde duran kafaya değil, Brian'ın gelmesine yöneltilmiş bir soruydu. Sessizliğimi koruyarak "ne yapmışım ben?" Dedim.  Hiddetlenerek yanıma gelip, kollarımdan tuttu. Bağırarak konuşmaya başladı.  "Onların ne olduğunu bildiğinden emin misin sen. Bu zamana kadar yeraltı diyarına girip, çıkan bir insan bile olmadı. Onların bu diyara gelmesi de yasaktı. Hepsi senin yüzünden " diyerek hiddetli konuşmasına devam etti.

Sanırım kitabı okurken, atladığım bir şeyler daha olmuştu. Ne demişti kralın oğlu; onların bu diyara gelmesi yasak!!
Peki yasaksa, Brian nasıl gelmişti. Ellerini kollarımdan ittim. Gülümseyerek "Tek derdin onun buraya nasıl geldiği mi?" Diye, sordum. Gülümsemem onu sinirlendirmişe  benziyordu. Her an avının üzerine atlayacak bir aslan misali hazırlıklı duruyordu. O kendini avcı, beni ise av olarak gördüğünden şüphem dahi yoktu. Oysaki her şey tam tersiydi.

Sonunda sinirli halinden sıyrılıp, gülümsemeye başladı. Bu gülümseme, tehdit vari bir gülümsemeydi.

"Üzülmedim, çünkü sen onu geri getireceksin!!" Dedi. Tam geri gidip kaçacakken, kolumdan tuttu. Elimi göldeki suyun içine sokup " Yap şu büyüyü" dedi.

Kimsenin ölümle yaşam arasındaki sınırına, burnumu sokmaya dahi tenezzül edemezdim. Kolumu kurtarmaya çalışsam da, kurtaramadım.  Onu büyüm le itebilir, kendimden uzaklaştırmayı deneyebilirdim.  Fakat gücümün sınırını bilemediğim gibi, vereceği hasarı da kestiremiyordum.

Tüm gücümü kullanıp, kolumu ondan kurtardım. Ormanın deliklerine doğru, ilerlemeye başladım. O da peşimden geliyor, beni yakalamaya çalışıyordu. Koşarken Çalılar yüzüme çarpıyor, küçük küçük çiziklere yol açıyordu. Kralın oğlunun zırhı ağır olduğundan, koşarken beni yakalamakta güçlük çekiyordu.

O kadar çok koşmuştum ki, nefesimi güçlükle alıyor, karnımda sızılar oluşuyordu. Arkamı dönüp baktım. O yoktu. Ya geride kalmış, ya da başka yola girip karşıma çıkmaya çalışacaktı. Artık dayanamayarak, bir ağacın gövdesine yaslanıp, soluklarımı düzene sokmaya çalıştım. Gözlerimle etrafa bakıyor, biri çıkar diye hazır da bekliyordum. 

Kimse gözükmüyordu. Yaslandığım ağaçtan uzaklaşıp, sessiz adımlarla ilerlerken, etrafım zırhlı askerlerle dolmuştu. Oysa beni bulmamaları için, o kadar koşmuştum. Zırhlı askerlerin tam ortasında duruyordum. İçlerinden biri konuştu "Kralı öldürüp, kaçabileceğini mi sandın?. Seni pis cadı." Dedi.

Ne kadar sinirlensem de, tepki vermedim.  Öylece durup, olacakları izlemeye karar verdim. Aralarından biri tam bana kılıcını savuruyordu ki, kılıç önümde duran sert bir şeye çarptı.

Zırhlı askerlerin korkudan geri gittiklerini gördüğümde, kılıcın çarptı şeye baktım. Xenon'du. Onu gördüğüm de kalbimi saran zehirli sarmaşığın, bir anda çürüdüğünü hissettim. Bu duygu; güvendi.

DİYARLARIN ARDINDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin