10

21 15 0
                                    

Başhizmetçiyi takip etmeye başlamıştımki arkamızdan Evangeline'nin sesini duyduk. Dönüp arkamıza baktık.

"Hey! Sen... buraya gel" başhizmetçiye baktım başıyla gitmemi 1mişti. Ona hesap vermekten yırtmış olabilirdim ama vereceğim başka bir hesap olabilirdi. Odasına kadar Evangeline'yi takip ettim. Arkamdan kapıyı kapattım. Ona doğru dönünce biranda havada ucan sivri metallerle gözgöze geldim. "Odamda saklanırken her ne duyduysan ya unutursun yada duyduğun son şey dün gece olur. Anladınmı?" Başımı sallayınca sivri metaller kapıyı açabileceğim kadar boşluk bıraktı bende kapıyı arkamdan kapatarak ordan ayrıldım.

Bu sır saklama olaylarına bir türlü alışamıyordum. O metalleri kontrol etmemek için kendimi o kadar zor tuttumki çok yoruldum.

Ne duyduğumu sanıyordu bilmiyorum. Mühtemelen görünmezle bir ilişkileri vardı. Ailesinin onaylamadığı biriyle.

Başhizmetçi ve adı Jane olan hizmetçi kuçaklarında çamaşır dolu sepetlerle karşımda belirdiler.

"Bunları kullanılmayan bahçeye asarsan cezanın yarısı biter. Ne kadar hızlı olursan cezanın geri kalanı konusunda o kadar merhametli olurum." Başhizmetçi bu konuşmadan sonra kucağındaki sepeti bana verdi. O kadar ağır ve çok çamaşır varken Jane'de kendininkini onun üstüne koyunca elimden düşürecektim. Ikiside arkasını dönüp gitti.

Kullanılmayan bahçe o kadar uzaktıki ve oraya giden yol milyonlarca basamaklı merdivenlerden oluşuyordu bu durum sepetleri düşürme ihtimalinin yükselmesine olanak sağlıyordu.

Kullanılmayan bahçenin küflenmiş kapasını ayağımla açılması için itince gıcırdayarak açıldı. Türlü türlü çicekler,  meyve dolu ağaçlar, yabani otlarla doluydu. Yabani otlar, çiceklerin ve agaçların güzellerini örtemiyordu. Bahçeye bağlı küçük iki katlı bina vardı. Binanın yarısını sarmaşıklar sarıyordu.

Sepetleri zor da olsa bir şekilde eski tabureye koydum. Üsttekini alıp uzun iplere asmaya başladım. Eğer çamaşır işini ben üstlenirsem burda antreman bile yapabilirdim. Insanlardan uzak tek yer burasıydı ama öyle yaparsam eksik rapor vermem gerekir.

Çamaşırı asmayı neredeyse bitirdim sadece çok uzun bir çarşaf vardı. Islak olduğu için ağırdı. Etrafa tekrar baktım. Kimse olmadığı için çamaşırı tekrar sepete bırakıp bünyesindeki suyu kontrol edip ondan aldım. Suyu çiceklere doğru savurdum.

Kısa sürede asmayı bitirince iki sepetide alıp merdivenlerden çıkmaya koyuldum. Antreman yapacak vaktim yoktu. Görünmezin kim olduğu hakkında daha fazla bilgi sahibi olup herşeyi eksiksiz rapor etmem gerekiyordu.

Merdivenlerden çıkarken birinin varlığını hissettim. Etrafa iyice baktım. Biri beni suyu kontrol ederken görmüşse başıma bela alabilirdim. Ayakkabılarımı çıkarıp kontrol edebilirdim ama bu daha fazla soruna yol acabilirdi.

Tam sepetleri merdivene koyup etrafa daha yakından bakacaktım ki Jane bana merdivenlerin en başından seslendi. Sepetleri daha sıkı tutup koşar adım onun yanına gittim.

"Niye bu kadar uzun sürdü gelmen? Hem sen orda neye bakıyordun?!" Beni dövecek gibi bakıyordu.

"Başhizmetçi olsaydın sana hesap verirdim ama burda ikimizde aynı konumdayız. Sana saygılı davranmam." Sepetleri ona verirken onu ittirip önünden geçtim. Kapıdan girecekken başhizmetçiyi gördüm bizi duymuş olmalıydı. Beklemediğim anda yüzüme tokat attı.

"Bu ne terbiyesizlik! Gümüş bir aileden geldiğin için kendini kimseden üstün göremezsin heleki üstünde hizmetçi kıyafeti varken! Şimdi içeri gir ve çay servisi yap acele et" Onları parçalamamak için kendimi zor tutuyordum. Yumruklarımı çok sıktığım için tırnaklarım avucumun içine gelmiş elimden kan akmasına sebep olmuştu. Sırtımdaki alet yüzünden kanım gümüş akıyordu.

Çayı almaya gidince stephle karşılaştım.  Ellerinde çay tepsisi taşıyordu. Ellerimdeki kanları ve yanağımı görünce hortlak görmüş gibi oldu. Tepsiyi masaya koyup ellerime baktı.

"Ne oldu sana böyle? Sen git dinlen ben çayı verip ellerini saracak birşeyler bulup gelirim."  Başhizmetçi ile uğraşmak istemiyordum.

"Olmaz. Ben yaparım artık daha iyiyim sen git ben gelince konuşuruz." Tepsiyi alıp salona gittim. Israr etmemişti. Nedenini anlamış olmalıydı.

Bütün aile üyeleri lüks koltuklarında oturuyordu. Çok önemli gibi gelmediği için sohbeti dinlemeyi çayı servis etmeyi bitirince bıraktım. Tam tepsiyi alıp ordan giderken Evangeline'nin babası elimi yakaladı.

"Ne bu halin senin?!" Omzunda brezilya gökkuşağı boası ile oturan eşine baktı. "Bir misafirin karşısına çıksa bizim yaptığımızı sanacaklar hemde bir Muscatine aile mensubuna!"

Başhizmetçi hemen geldi onu kimin ne zaman çağırdığını anlamadım. Kolumdan tuttu ve gitmek için döndü. Korkudan titriyordu. Mutfağa gittimizde kapıyı kapattı.

"Sana yalvarırım benim yaptığımı söyleme lütfen.." korkudan sesi çıkmıyordu.

"Tek şartım var bana ve diğerlerine düzgün davranacaksın kendini bizden üstün görmeyeceksin ve isteğim işleri ben yapacağım birde Jane'e en ağır cezayı verceksin. Kabul et yoksa heran gerceği söylerim." Kapı açıldı ve Evangeline içeri girdi.

"Sizle uğraşacak vaktim yok. Adam akılı bir açıklama yapın derhal" Başhizmetçi bana yalvarır gibi baktı. Sonra başıyla kabul ettiğini ifade etti.

"Çok özür dilerim beni affedin çamaşır asıp gelirken merdivenlerden düştüm. Birdaha olmamasından emin olacağım."

"Emin ol yoksa ben olurum." O çıkınca arkasından kapı kapandı.

"Eğer sözünden dönersen seni buna pişman ederim." Yüzüne bile bakmadan odama gittim. Bu gece görünmezin kim olduğunu ögrenmem ve antreman yapmam gerekiyordu.

Odamda Steph ve yabancı bir kadın vardı.

"Senin için bir sifacı göndermişler. Hadi gelde yaralarını iyileştirsin." Steph için bu sevinilecek bir durum olsa bile benim için değildi. Yaralar pıhtılaştığı için artık gümüş akmayacaktı.

"Ihtiyaçım yok sadece yanağıma baksın yeter" şifacının yanına oturdum.

"Ellerin o haldeyken iş yapamazsın onlarada bakmasına izin ver."

"Benimle ilgilenmene ihtiyaçım yok! ben bakmayacak diyorsam bakmayacak." Onu kırmış olsam bile ısrarını kesmemin başka bir yolu yoktu. Odadan çıkınca sifacıyla basbaşa kaldık. Vücudumdaki gümüş kanını bitirmemem gerekiyordu yoksa rachel olmadığım ortaya çıkardı.







ASKERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin