Komuta odasına gelince elimi bırakıp arkadaşlarının yanına gitmiş ve onlarla anlamadığım bir dilde konuşmaya başlamıştı. Ben yokmuşum gibi rahat bir tavırla konuşuyor olmaları, biraz rahatlatmıştı beni.
Taeyong'un yanına otururken tekrar ağlamaya başlamıştım. Okuldan arkadaştık biz, beni mürettebatına seçen de oydu.
Kıyafetimin koluyla yüzündeki kanı silmeye çalışırken kendimi tutamayarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Harika biriydi Taeyong, bunu hak etmemişti.
Doyoung'a bakamıyordum yarası yüzünden. Onunla tanışalı çok olmamıştı ama o da iyi biriydi. Sesini yükselttiğini bile görmemiştim daha önce. Sakince konuşarak çözerdi her şeyi.
Omzumda hissettiğim el ile irkilmiş ve hızla elin sahibine dönmüştüm. Mavi saçlı kişiydi yine. "Juhyun. Biz. Gitmek. Birlikte."
Başımı sağa sola salladım. Öldürecekse öldürsün, şu an umurumda değildi.
"Gelmiyorum." dediğimde tek yaptığı kolumu tutup beni zorla ayağa kaldırmak olmuştu. Kolumu kurtarmak için geri çektim ama dönüp bana bakmadı bile, bunun yerine daha sıkı tutmuş ve yürümeye başlamıştı. Peşinden istemeye istemeye sürüklenirken gitmemek için direniyordum.
Sonunda yürümeyi bırakarak bana döndü, sinirlenmişti. "Düzgün. Yürümek." dedi.
"Gelmiyorum."
Aniden gözleri simsiyah olmuş ve dişleri uzamıştı. Bu hâliyle canavardan farkı yoktu. Korkudan kalbim bir anlığına durmuşken tıslar gibi, "Juhyun. Susmak." dedi.
Gözleri ve dişleri eski haline döndükten sonra kısa bir an gülümsemiş ve önüne dönmüştü. Korkmam hoşuna gitmişti ama daha az önce bana korkmamamı söylememiş miydi?
Eskiye kıyasla daha hızlı yürümeye başladı. Arkadaşları bizi umursamadan ilerlemeye devam ettiği için onlara yetişmeye çalışıyordu, ki yetişmemiz de uzun sürmemişti.
Gemilerini, bizim gemimize bağladıkları A3 bölgesine geldiğimizde gözlerimi yere odakladım. Onların gemisine binerken de başımı kaldırmamış ve beni peşinden sürüklemesine izin vermiştim.
Tek düşündüğüm şey, ölmek istediğimdi. Burada bana ne yapacağını bilmiyordum, bilmek de istemiyordum. Keşke beni de öldürseydi diğer arkadaşlarım gibi.
Bir süre yürüdükten sonra durmuş ve bir kapıyı açarak içeri girmişti. Başımı kaldırıp baktığımda arkadaşlarının yanımızda olmadığını ve küçük bir odada olduğumuzu fark ettim. Odada orta büyüklükte bir yatak, masa, sandalye ve dolap vardı. Bizim kullandıklarımıza benzese de yine de farklılıklar fazlaydı. Bu kadar eşyayı böyle küçük bir odaya nasıl sığdırdıklarını da anlamamıştım.
Elimi bırakınca odayı incelemeye son verip ona çevirdim bakışlarımı. Az önceki siniri geçmiş gibiydi, meraklı görünüyordu. "Burayı. Beğenmek. Bizim." dediğinde cevap vermek yerine gözlerimi kaçırdım.
Konuşmayacağımı anlayınca, "Benim. İş. Olmak. Juhyun. Beni. Beklemek." demiş ve odadan çıkmıştı. Kapıyı kapattığında odaya bir kez daha baktım.
Belki işe yarar bir şey bulurum ümidiyle dolabı karıştırmaya başladım ama kıyafetten başka bir şey yoktu. Hayal kırıklığıyla omuzlarım düşerken iç çekmiştim. Kapı kilitli değildi, istesem çıkardım ama gemiyi hiç tanımıyordum. Yakalanırsam ve mavi saçlı adam sinirlenirse ne yapardım bilmiyordum.
Masanın yanına, yere oturup dizlerimi kendime çektim. Buradan kurtulmamın bir yolu yoktu ve eğer bana zarar verirse, hemen kendimi öldürmek için bir yol bulacaktım.