"3. kata çıktılar."
Minho'yu komuta odasına sokar sokmaz hemen, "Kapıyı kilitle. Mühürler misin ölü kilit mi yaparsın bilmiyorum ama buraya gelmelerine engel ol." demiştim.
"Kilit onları tutmaz. Kapıyı eritecek cihazları var."
Hay lanet girsin. "Sen kilitle yine de, zaman kazandırır."
"Evet ama sadece 40 saniye. 40 saniyede ne yapabilirsin ki?"
Bilgisayara bak ya. Laf yetiştiriyor.
Minho'nun kıyafetlerini gevşeterek nefes almasını kolaylaştırırken, "40 saniyede neler neler yapılır. Olasılıkları hesapla." demiştim.
Sadece iki saniye sonra, "Sadece bir olasılıkta ölmüyorsun." demişti.
"Tamam, bak ne güzel işte. Ne yapmam lazım onun gerçekleşmesi için?"
"Hiçbir şey. Okrastia'lıların uyanmasını bekle."
Ayağa kalkarak, "Hey." dedim. "Bana yardım edeceğini sanıyordum. Dalga geçmenin sırası mı? Mutlaka yapabileceğimiz bir şeyler daha vardır. Mesela bu odada hiç silah var mı?"
"Yok. Eğer istersen Temizlik Protokolünü devreye sokabilirim."
Hâlâ dalga geçiyor ya. "Aynen, sok devreye. Temiz temiz ölelim, bizi bulan olursa iğrenmesin."
"Temizlik Protokolü devreye sokuldu. Temizlik görevlileri, Lija Irkı'nı temizleyecek."
Ne?
"Temizlik görevlileri kim? Lija Irkı'nı mı temizleyecekler?"
Aya, bana cevap olarak kamera görüntülerini açtı. Uzaylılar komuta odasına çok yakınlardı. Yuvarlak, futbol topu büyüklüğünde robotlar uçarak koridorda belirince arkamdan gelen ses ile irkilerek sesin nereden geldiğine bakmıştım. Aynı yuvarlak robotlardan üç tanesi arkamdaydı.
"Temizlik görevlileri bunlar mı?" dedim kendi kendime.
"Evet."
Robotlar odanın farklı yerlerine geçerek savunma pozisyonu aldığında ben de ekrana dönmüştüm. Dışardan ateş etme sesleri geliyordu ve kameralar sayesinde her şeyi görebiliyordum.
Umudum yeşermeye başlayamadan robotlara ateş ederek hepsini etkisiz hâle getirmişlerdi. Ne yapacaktım şimdi? Bu robotlar fazla dayanmıyordu, uzaylılardan en fazla üç tanesini öldürmüşlerdi.
Kapıya yaklaşan uzaylıları dolu gözlerimle izledim. Yapabileceğim bir şeyler daha olmalıydı. Sadece bir şey daha... yapabilecek en azından bir şeyim olsaydı, durumu düzeltebilirdim belki.
Önce kapının kildini açmaya çalıştılar ama başaramadılar. Aya, söylediğim gibi iyice kilitlemiş olmalıydı. Ellerindeki ne olduğunu bilmediğim aleti kapıya tuttuklarında gözlerim ekrandan, karşımdaki kapıya döndü. Yavaş yavaş turuncuya dönmeye başlayan demir, kapıyı eritmeye çalıştıklarını gösteriyordu.
Ellerimi tuşlarla dolu olan konsola yaslayarak başımı eğdim. Göz yaşlarım birer birer konsola damlarken, "Ne yapacağım şimdi?" diye mırıldanmıştım.
Kurtuluş yoktu sanırım. Madem ölecektim, korkak gibi bir kenarda ağlayarak ölmeyecektim. Sonuna kadar onları savunacaktım.
Evet, Okrastia'lılar arkadaşlarımı öldürmüş, gemimi patlatmışlardı ama... ben kötü biri değildim. Kimsenin bu kadar vahşice öldürülmesine göz yumamazdım.
"Silahları var." dedi Aya.
"Biliyorum." dediğimde tekrardan, "Silahları var." demişti.