Kendime geldiğimde başımda şiddetli bir ağrı vardı ve yatakta uzanıyordum. Jeongin yatağın kenarına oturmuş, iki eliyle sağ elimi tutarken gözlerini kapatmıştı. Bir şeye odaklanmış gibiydi, ne olduğunu da tuttuğu elime bakınca anlamıştım. Onun ellerinden benim elime parlak beyaz bir ışık geçiyordu.
"Ne yapıyorsun?" diye fısıldadım. Az çok tahmin edebiliyordum ama emin olmak için sormuştum.
Gözleri hâlâ kapalıyken, "Seni iyileştiriyorum." dedi.
Sol elim serbestti, alnıma koyarak derin bir nefes aldım. Başım çatlıyordu resmen. "Ne oldu bana?"
Yine gözlerini açmadan, "Alerjin varmış." demiş, kaşlarını çatarak tuttuğu elimi biraz daha sıkmıştı. "Benim düşüncesizliğim yüzünden az kalsın sana bir şey olacaktı."
Evet, hatası vardı ama tek hata onda değildi. Diğer uzaylılar ve ben de akıl edememiştik. Her şeyi düşünmeden yemeye kalkarsam böyle olacağı belliydi.
"Ben de hatalıydım. Bilmediğim şeyleri yememeliydim." dediğimde ilk defa gözlerini açtı. Neredeyse ağlamak üzere olduğunu görünce şaşırdım, bana bir şey olması onu bu kadar korkutuyor muydu gerçekten?
"Senin bir suçun yok. Bize güvenip ne verdiysek onu yedin, nereden bilecektin ki?" dedikten sonra üzerime eğilmişti. Yüzü, yüzüme yaklaştıkça gözlerim büyümüş ve ne yapacağımı şaşırmıştım.
Alnıma dudaklarını bastırınca az da olsa rahatladım, dudaklarımı öpecek sanıp gerilmiştim. Geri çekilirken, "Nasıl hissediyorsun kendini?" diye sordu.
Şaşırdığımı belli etmemek için kendimi hızlıca toparladım. "Başım çok ağrıyor."
Elimi tutmayı bırakarak işaret parmağıyla alnıma, az önce öptüğü yere, hafifçe dokundu. Baş ağrım, sanki bir elektrikli süpürge onu çekip almış gibi hızla azalmıştı.
"Şimdi iyi misin?" dedi üzgün bir gülümsemeyle.
Kolumdan destek alarak otururken, "Evet, teşekkürler." demiştim.
Başını sallayarak ayağa kalktı. "Dinlen biraz. Benim işim var, hâlledip geleceğim."
Yalnız başıma durmak istemedim. Hem zaman geçtikçe bu mavi saçlara ve gözlere, alnının ortasındaki küçük mavi ize sahip olan uzaylı, kendisi hakkında bir şeyler öğrenmek istememe sebep olmaya başlamıştı.
Ayrıca, gemiyi tanımak için de iyi bir fırsattı.
"Ben de seninle gelebilir miyim?" diye sorduğumda kapıyı açmak üzereydi, eli havada kalmıştı. Bana dönüp baktığında yüzündeki şaşkınlığı seçerek dudağımı ısırmıştım.
Şaşkın bakışlarla, "Şey... gelebilirsin." dedi.
Yataktan kalkıp yanına gittim, hâlâ şaşkın şaşkın bana bakıyordu. "Çıkmıyor muyuz?" dediğimde irkilerek önüne döndü ve kapıyı açtı. Bu şapşal hâli hoşuma gitmişti, gülümseyerek onu takip ettim. "Ne işin var peki?"
"Motorları kontrol edeceğim."
Başımı salladım, motorların bulunduğu yere geldiğimizde Jeongin kapıyı açmış ve önden girmişti. Ben de girdikten sonra kapıyı kapattı. Gözlerimi kocaman odada gezdirdim hayranlıkla. Bildiğimden farklı bir işçilikti, doğal olarak. Ayrıca motor tüm odayı kaplıyordu, çok büyüktü.
Jeongin, motorun ilerdeki parçasıyla uğraşmaya başlarken en yakınımdaki parçaya
yaklaşarak dikkatlice baktım. Küçük ayrıntılar, kibar görünümü ve kırmızı bir ışıkla çevrelenen devre ilgimi fazlasıyla çekmişti.