Hyunjin ve mavi saçlı da dahil olmak üzere altı kişi gemiden inerken beni de kontrol odasında, daha önce tanışmadığım iki kişiyle bırakmışlardı.
Yani sekiz kişilerdi. Tamam.
Pencereye yaklaşarak dışarıya baktım. Dışarı çıkmış olan ve koruyucu giysiler içindeki mavi saçlı uzaylıyı kısa bir an izledikten sonra gözlerimi, çiçeklerle dolu olan vadiye çevirmiştim. Mavi renkli çiçekler vadi boyunca uzanıyor ve turuncuya çalan gökyüzüyle harika görünüyordu.
Hayatımda bu kadar güzel bir şeyi çok az görmüştüm. Dışarı çıkıp o çiçeklerin arasında dolaşmak, havayı solumak istiyordum. Fakat benden kat kat güçlü olmalarına rağmen bu uzaylılar bile koruyucu giysi giyiniyordu, ben giyinmezsem ne olacağını bilemezdim.
Biri omzuma dokununca ürkmüş ve hızla arkama dönmüştüm. İki uzaylıdan biri kontrol panelleriyle ilgilenirken diğeri hemen karşımdaydı. Bir şey söylemesini beklesem de onun yerine elindeki siyah renkteki cihazı bana uzattı. Ne yapmamı istediğini ya da bu cihazın ne işe yaradığını bilmediğim için gerilmiştim. Yine de uzanıp elinden aldım.
"Bu nedir?" diye sorduğumda yine konuşmadan eliyle kulağını işaret etti. Kaşlarımı çattım, ne istediğini kesinlikle anlamıyordum. Dilsiz miydi yoksa benim dilimi mi konuşamıyordu?
"Kulağına takmanı istiyor." dedi panellerin oradaki uzaylı.
"Neden?" dedim hemen.
Bana bakmadan birkaç düğmeye basarken, "Konuşulanları anlaman için. Otomatik bir çevirici o cihaz. Bizim söylediklerimizi sen anlayacaksın, senin söylediklerini de biz." demişti.
Güvenip güvenmemek konusunda şüpheye düşmüştüm ancak bana bir şey yapacak olsalardı çoktan yaparlardı. Cihazı kulağıma takmaya çalıştım, ben beceremeyince yanımdaki uzaylı alıp takmıştı. Sonra da geri çekilerek bana baktı. Konuşmaya başlayınca garip bir cızırtı oldu kulağımda.
"Ne söylediğimi anlayabiliyor musun?"
Farklı bir dilde konuştuğunun farkındaydım fakat söylediklerini rahatlıkla anlamıştım. Pekala, dilsiz değilmiş. "Evet, anlıyorum."
Tebessüm etti. "Güzel, çalışıyor demek ki."
Benim gerçekten onlarla uzun süre kalacağımı düşünüyor olacaklar ki, bu çeviriciyi bile hazırlamışlardı. Yanıldıklarını yakında anlarlardı.
Yanımdaki uzaylı başka bir şey demeden diğerinin yanına gitti. Gülümseyerek yanlarına yürüdüm. "Ben Juhyun." dediğimde dikkatle inceledikleri ekrandan başlarını kaldırıp bana bakmışlardı.
"Biliyoruz." dedi başından beri kontrol paneliyle ilgilenen uzaylı.
Gözlerimi devirmemek için kendimi tuttum ve olabildiğince sakin kaldım. "Tanışmak istiyorum. Siz de isminizi söylerseniz tabi."
İkisi kısa bir an birbirlerine baktıktan sonra alaycıl bir gülümsemeyle bana baktılar. Bana cihazı getiren konuştu bu sefer. "İnsanlar bizim isimlerimizi telaffuz edemez."
Tek kaşımı kaldırarak, "Öyle mi? O zaman ben size nasıl sesleneceğim?" dedim.
"Sen sadece ruh eşinle ve doğacak çocuklarınızla ilgileneceksin. Bizimle gerekmedikçe konuşmayacaksın." diyen sivri çeneye bakarken sinirden kanım kaynamıştı resmen.
Çocuk doğuracakmışım, hah! Rüyalarında bile göremezler!
Tamam, sakin olmam lazım. Derin nefes al Juhyun. Sakin ol.
Yapmacık bir gülümsemeyle, "Bana bak, sivri çene." dediğimde ikisi de bana şaşkınlıkla bakmıştı. "İkinize de bir isim vereceğim. Aklınızda tutsanız iyi edersiniz çünkü bundan sonra sizinle sık sık konuşacağım."