Bu gemide yaşamaya başlayalı epey olmuştu. Kaç gün olduğunu sayamamıştım. Buradaki yaşamıma alışmış sayılırdım. Jeongin, canım sıkılmasın diye bana bir tablet vermişti. İçinde bir sürü film vardı, uzaylı filmleri. Dillerini, kulağıma taktığım çevirici cihaz sayesinde anladığım için izlerken sorun olmuyordu.
Ayrıca gemide istediğim gibi gezmeme de bir şey demiyorlardı. Hepsine bir isim vermiştim ve bence aramız iyiydi, çok konuşmuyor olsak da.
Gemiyi gezerken en üst katta bir oda bulmuştum geçen günlerde. Odanın bir duvarı ve tavanın yarısı cam olduğu için dışarıyı görebiliyordum. Bu odayı çok sevdiğimi Jeongin'e söylediğimde orada vakit geçirebilmem için yer yatağı yapabileceğimizi söylemişti. Kabul ettim tabii ki, bu yüzden birlikte yatak sermiştik oraya. Odada sadece bizim serdiğimiz yatak vardı, gerisi boştu.
Yıldızları izlemek ve tabletle oyalanmak dışında, Jeongin işi olmadığı zamanlarda bana kitap okuyor veya kendi dillerinin yazılışını öğretmeye çalışıyordu. Böylece ilerde kitapları kendim de okuyabilecektim.
Buradan gitme fikrinden henüz vazgeçmemiştim ama burada yaşamak, kötü değildi. Biraz erteliyordum şimdilik.
Şimdi de o odada, yatağa uzanmış yıldızları izliyordum. Yıllarca kendi odamın penceresinden hayranlıkla izlediğim yıldızlara şimdi bu kadar yakından bakabilmek iyi hissettiriyordu. Fakat ailemi ve arkadaşlarımı özlüyordum.
Kapının açıldığını duyunca göz ucuyla, içeri giren Jeongin'e baktım. Elindeki tabakları görünce atıştırmalık getirdiğini anlayarak doğrulup oturdum. Yanıma oturduktan sonra tabaklardan birini bana vermişti. Meyve getirdiğini görünce gülümsedim.
"Yıldızları izlemeyi gerçekten bu kadar seven birini ilk defa görüyorum. Tüm gün bu odadan çıkmıyorsun neredeyse."
Küçük, pembe meyvelerden birini ağzıma atmadan önce, "Çok güzeller, dayanamıyorum." demiştim.
"Keşke ben de yıldız olsaydım da beni izleseydin sadece. Şu lanet parlak şeylerin neresini beğeniyorsun?" dedi huysuz bir yüz ifadesiyle.
Gülerek, "Yıldızları mı kıskanıyorsun?" dediğimde dudağını sarkıttı.
"Kıskanmamam mümkün mü? Ben gelmesem yanıma gelmiyorsun ki. Hiç özlemiyor musun beni?"
Jeongin ile aramız artık daha iyiydi. Eş olduğumuza inanmıştım. Ona bir şey olma ihtimali beni çok korkutmuştu, yani o da benim için aynı şeyleri hissediyor olmalıydı. Benim için endişelendiğini daha önce görsem de şimdiye kadar anlayamamıştım.
Sadece bu da değildi. Kokusunu artık daha iyi almaya başlamıştım ve bazen ne hissetiğini anlayabiliyordum. Sanki beynimde Jeongin için yeni bir bölüm oluşmuştu da duygularını bana söylüyordu.
"Özlemediğimi söylersem yalan olur." dedim, doğruydu. Jeongin kocaman gülümsemişti hemen. Kollarını bana sararak ağırlığını üstüme vermeden önce, ikimizin elindeki tabakları da yere bırakmıştı.
Bana sarılarak yatağa uzandığında, "Sen de bensiz yaşayamıyorsun, değil mi?" demişti neşeyle.
"Bilmem. Sen yokken biraz huzursuz hissediyorum." diyerek elimi, saçlarına koydum. Yumuşak tutamların arasına daldırdığım parmaklarımla gözlerini kapattı, mutlu olduğunu hissedebiliyordum. "Merak ettiğim bir şey var."
Gözlerini açmadan, "Ne?" dedi.
"Sizin gezegeniniz ve senin ailen. Hiç onlardan bahsetmiyorsun."
Yatmayı bırakıp oturunca ben de oturmuş ve yüzüne bakmıştım. Üzgün olduğunu hissediyordum, bakışları da bunu doğruluyordu.