Yeni doğmaya başlamış güneş bulutların arasından sızarak göz kapaklarına ince ince vuruyordu. Yavaşça gözlerini aralayıp esnedi. Uzun zamandır uyuduğu en huzurlu uykulardan biriydi.Birisi gece üstünü örtmüş olmalıydı. Etrafı battaniye ile kaplıydı. Ilık ve yumuşak hissediyordu.
Doğrulmaya çalışarak görüşünü netleştirdi. Karnına doğru yaslanmış mışıl mışıl uyuyan minik şeyi görünce rahatsızca kıpırdandı. Çok küçüktü. İnce ve narin saçları karnını gıdıklıyordu. Ne yapması lazımdı? Dürtse miydi? Kırılacak bir şeymiş gibi nazik olmaya çalışarak karnının üzerinden kaldırdı küçüğü. Başını yanındaki yastığa bırakıp geri çekildi. Sanırım oldu, diye düşündü.
Dikkatlice ayaklanmaya niyetlenmişti ki etrafında uyuklayan cücelerden oluşan mayın tarlasını farketti. Nefesini tutup ilk adımını attı. Hiçbir kol veya bacak parçasına basmadığına emin olarak odanın karşı köşesine geçti.
Bu taraf daha güvenliydi. Uyuyan tek bir beden vardı. Uzunca ve yüksekti. Farketmemesi imkansızdı.
Kıpırdamadan durarak ürkek bakışlarıyla uyuyan bedeni incelemeye başladı. Huzurlu görünüyordu. Uzamış saçları yastığının dört bir yanına dağılmıştı. Henüz yeni aydınlanmaya başlamış gökyüzü kirpiklerine gölgeler düşürüyordu. Keskin çene hatları şimdi daha çekiciydi. Pembe dudakları hafifçe aralanmıştı, çok davetkar görünüyorlardı. İki gün önce sarhoş kafayla üzerine atladığı o dudaklar...
Tabi kii hatırlıyordu. Biraz isteyerek yapmıştı. Bazı bahanelerin arkasına sığınınca cesur davranmak daha kolay gelmişti. Anında pişman olmuştu tabii. Panikle itildikten ve stresten üzerine kusmadan hemen önce, onu öptüğü için pişman olmuştu. Ama şimdi pişman değildi. Öptüğü onlarca basit insandansa onun dudakları her zaman yasak elma gibi gelmişti ve artık bir ıssırık almıştı bile. Tadını unutmak zor olacaktı.
Düşüncesinden rahatsız olarak gözlerini kaçırdı.
Onu böyle sessizce uyurken izlemek çok zordu. Sessizlik duyguları hakkında düşünmesini sağlıyordu. Ama o düşünmek istemiyordu. Çünkü duygular her şeyi bok yoluna sokmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Yine de bu sefer kaçamadı. Daha hazırlıksız yakalanmıştı.
Önce yoğun bir kıskançlık hissi kapladı ruhunu. Uyandığı bu evi ve içindeki her şeyi kıskandı. Kalabalık yemek masasını kıskandı. Güneşin hep doğru açıda vurduğu verandayı kıskandı. Küçük bir çocuğun başına kondurulmuş minik bir öpücüğü kıskandı. Sırıtan suratlarla dolu fotoğrafların ev sahipliği yaptığı özenle seçilmiş çerçeveleri kıskandı. Sonra kendine sinirlendi. Layık değildi ki. Neyini kıskanıyordu?
En çok da karşısında huzurla uyuyan herifi kıskandı. Hoş, saçının teli kadar bile değerli bir varlık olmadığını biliyordu. Yine de kıskanmadan edemiyordu. İçten içe o olmak istiyordu. Ona dönüşmek istiyordu. Onun olsun istiyordu. Onunla olmak istiyordu.
Sahip olamadığı her şey ondaymış gibi hissediyordu. Bir kere o çok cesurdu. Çok çekiciydi. Çok cömertti. Çok merhametliydi. Ailesi vardı. Gerçek arkadaşları vardı. Seviliyordu ve hak ediyordu. Çünkü öyleydi işte. Hak eden biri varsa oydu.
Neden buradaydı ki şimdi? Neden bunları düşünüyordu? Neden onu buraya davet etmişlerdi? Neden bu evdeki insanlar arkadaşlarıymış gibi hissetmesine izin veriyorlardı? Sonunda üzüleceğini biliyordu. Çünkü işin içine duygular giriyordu işte. Arkadaşlık, değer vermek ve bağ kurmak gibi şeyler. Sonu iyi bitmeyen şeyler. Her zaman kaçtığı ve anca aptalların kandığı şeyler.
Her şeyi bir yana koyduğunda, iyi hissediyordu. Bu aptallık ona iyi geliyordu. Yüzü gülüyordu ve geceleri daha rahat uyuyordu. Dedesinin ölümünü daha az düşünüyordu çünkü günleri bu aptal zırvalıklarla geçiyordu. Halı sahaya gitmek gibi. Gerçi eğlenceliydi. Çok eğlenceliydi. Tekrar davet edilmeyeceğinden deli gibi korkmuştu ama davet edilmişti. Aptalca geçecek bir gün daha. Onların etrafında ve O'nunla.
Bazen çok, çok, çok fazla geliyordu. Çok fazla düşünecek şey. Çok fazla hissedecek şey. Çok fazla yaşanacak şey.
Korkuyordu. Deli gibi korkuyordu. Biteceğini biliyordu ve ne zaman biteceğini kestirememek onu korkutuyordu. Siktiğimin hissi çok bağımlılık yapıcıydı ve daha çok kapılmaktan ölesiye korkuyordu. Çünkü sona geldiğinde, her şey bittiğinde ve bütün iyi hisler gittiğinde geriye sadece kendisi kalacaktı. Bunu biliyordu. Defalarca kez ihanete uğramış, defalarca kez süistimal edilmiş, defalarca kez terk edilmişti. O böyle bir aptaldı işte.
Tekrar tekrar aynı şeyleri yaşamak çok yormuştu. Artık bu aptal dünyanın oyununa kanmak istemediğine karar verdi.
Sakince önünde uyuyan yakışıklı bedene doğru eğildi. Sırtı dönüktü ve geniş omuzları örtüden sıyrılmıştı. Yavaşça yüzünü ensesine doğru götürüp burnunu saç bitimine yaklaştırdı. Sessizce derin bir nefes çekti. Kokusu ev gibiydi. Yumuşatıcı, biraz ter ve güven gibi. Mesafe koymak zordu.
Tek seferde yapmaya karar verdi.
Aniden ayağa kalktı ve arkasına bakmadan huzur dolu odadan çıktı.
Serkan Kahraman, ev gibi kokan çocuk. Ona çok şey ifade etmeye başlamıştı ve bundan nefret etti. Serkan'dan nefret etti. Bu kadar mükemmel ve bağımlılık yapıcı olmasından nefret etti. En çok da kendinden nefret etti.
Ona bu kadar çabuk kapıldığı ve şimdiden özlediği için.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Robin Hood'u Yakalamak
General FictionMahallenin yiğidosu, çocukların süper kahramanı, okeye yetişen dördüncü, full mesai kahraman Serkan bu sefer boyundan büyük işlere kalkışır. Serkan'ın ölümüne nefret ettiği ve yakın zamanda dedesinin mirasına büyük bir memnuniyetle yatan Engin'le ha...