1. Bölüm

116 16 4
                                    

Bavulumu gürültüyle yere bıraktım ve sesli bir şekilde iç çektim, gözümün önüne gelmiş bir tutam kızıl bukleyi kulağımın arkasına attım ve meraklı gözlerle karşımdaki iki binayı incelemeye koyuldum.

Amerika, Manhattan'ın tam ortasında olduğu için şehirle bütünleşmiş, Türkiyede göremediğim kadar lüks bir mimariyle uzun ve sağlam görünen iki yan yana binadan oluşmuş bir öğrenci yurduydu bu.
Bir kez daha iç çektim ve gözlerimi kapatıp yutkundum.

Evimden uzaktaydım, çok uzakta... Annem, babam ve ölmüş halam ile eniştemin oğlu, yani kardeşimden öte gördüğüm kuzenim Toprak ile olabildiğine dramatikliğin ve ıslanmış yanaklar ile kızarmış gözlerin hakim olduğu vedamızdan sonra bol trübilanslı bir uçakla hiç bilmediğim Amerika, New York, Manhattan şehrine gelmiş, yoğun uğraşlarımdan sonra bir taksi bulmuş ve kalacağım öğrenci yurdunun binasınin önüne gelmiştim.
Şimdi ise elimdeki içinde ceset varmışçasına ağır bavul ve aynı anda hissettiğim umut, hüzün, gurur ve yorgunlukla başbaşaydım.

"Bunu yapabilirsin Freya." dedim kendi kendime, heyecanımı ve stresimi kontrol altına almak için yaptığım her zamanki telkinimdi bu. "Derin bir nefes al ve içeri gir. Sorun yok, olmayacak da."
Ellerim hafifçe titremeye başladığında yumruklarımı sıktım. Hazır değildim. Bu yepyeni hayata hazır hissetmiyordum.

"Ama bu hayalindi." dedim yine kendi kendime, mırıldanarak. "Ve sen bunu gerçekleştirdin. Türkiyeye döndüğünde her türlü iş imkanı ayağına gelecek, hayatın kurtuldu Freya. Kendine gel ve mızmızlık yapma. Sen bunu başardın. Ve bu da mükâfatın. Çalışmanin meyvesi..."

Ne dersem diyeyim, stresimin önune geçemiyordum. Hiç bilmediğim bir hayat, hiç bilmediğim bir düzen ve tamamen yabancı insanlar...
"Değişim insanı monotonluğun mütemadi karanlığından kurtarır. Şu birkaç günü atlattıktan sonra alışacaksın, küçük bir çocuk gibi davranma." diye azarladım kendi kendimi. "Sen güçlüsün, yapabilirsin."

Bavulumu tekrar kavradım ve çekingen adımlarla iki binadan benimki olduğunu düşündüğüm yurt binasına girdim. Resepsiyonun önüne geldiğimde hafifçe boğazımı temizleyerek resepsiyonistin dikkatini çekmeyi başarmiştım.

"Afedersiniz." dedim İngilizce. "Yurda kaydolmuştum, yardımcı olabilir misiniz?"
Kadın yüzüne hafif bir tebessüm kondurarak başını aşagı yukarı salladı.

"İsminiz nedir?" diye sordu önundeki bilgisayarla uğraşırken.
"Freya Adin Kara. Türkiye'den geliyorum." diye cevaplayıp sonrasında ismimi heceledim.
İsmimi girdikten sonra kaşları çatıldı. Anlamlandıramadığı bir şeyler gördüğü barizdi.

"Yurdumuz odanızı iki gün sonra teslim teslim edecek, hanımefendi." dedi ve kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Tarihe dikkat etmediniz mi?" dedi ardından.

"28 Ağustostu, yani bugün." dedim ruhumu ele geçirmeye başlayan panik dalgasıyla. "Eminim, mailde öyle yazıyordu."

"Hayır, hanımefendi." dedi resepsiyonist. "30 Ağustos, sabah saatlerinde öğrenci kabul etmeye başlıyoruz."

"Bakın, hanımefendi." dedim öfkelenmeye başlayarak. "Size şimdi maili göstereceğim, iki saniyenizi rica ediyorum."

"Tabii ki." dedi resepsiyonist rahatça. Eh, onluk bir durum yoktu, herhalde rahat olacaktı!
Şarjı bitmek üzere olan telefonumdan bana atılan maili açtım ve telefonu kadına verdim.

"Gördüğünüz gibi, 28 yazıyor. Bakın, ben Türkiyeden geliyorum ve buraya daha önce hiç gelmedim, nerede kalacağım, ne yapacağım? Yanımda otele yetecek para da yok." dedim ki bu doğruydu, yanımda para vardı elbette ama bu para otele harcanabilecek kadar çok bir miktar değildi, babam hesabıma üç gün sonra para yatıracaktı, ama benim dışarıda geçirecegim iki günüm vardı!

SpotlightHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin