12. Bölüm

192 28 27
                                    

DOKUZ AY

Geri sayım tıpkı diğer günlerdeki gibi başlamıştı. Unutuşun mükemmel bir boşluk yaratmak için yıkımla buluşması gibi. Seokjin Gloss'un elini yalamasına uyanmış, gün ışığı aralanan perdeden içeri girmiş ve alarmı çalmaya başlamıştı. Ancak bu defa, bir şey yeniydi. Bir şey parıldıyordu. Bir şey içinin kıpır kıpır olmasına neden oluyordu. Her şey rüya gibi, film gibiydi ve sanki pembe ve turkuaz bir filtrenin arkasından izliyordu her şeyi.

Seokjin'in telefonu titredi. 'Günaydın. Uyan hadi. Lobideyim, beş dakikaya kapında olurum.' diyen bir mesaj aldı.

Ah, bunu nasıl özlemişti. Yoongi'nin mesajlarını, onları uyanır uyanmaz ve uykuya dalmadan hemen önce okumayı nasıl özlemişti. Hızlıca kısa bir mesaj yazıp gönderdi. 'Uyanığım. Sana kapıyı açıyorum.'

Uzun zamandır ilk kez, basit şeylerdeki güzelliği hissediyordu. Odasına dolan güneş ışığı, çarşaflarının yumuşaklığı, elini yalayarak kirleten Gloss, yepyeni bir gün.

Gülümsedi.

Kalkma vaktiydi.

Yoongi bekliyordu.

***

Uçsuz bir ilkler denizindeki deneyimlerden bir diğeriydi. Birlikte ilk tatilleriydi, genç, saf ve parasız üniversite öğrencileri olarak değil ikisinin de alanında başarılı olan profesyoneller olarak.

Seokjin Yoongi'nin inanılmaz ünlü olduğunu ve muhtemelen en az kendisininki kadar şişkin bir banka hesabının olduğunu ve dünya çapında şöhretli bir müzisyen olduğunu biliyordu. Doğruyu söylemek gerekirse tüm gece uyumamış ve deniz aşırı ülkelerde verdiği her konçertoyu izlemişti. Aklına en çok takılansa, tıpkı geçmişte olduğu gibi Lacrimosa idi. Seokjin artık Yoongi'nin durumunun da farkında olduğu için, bu şarkı ona artık çok daha kişisel ve Yoongi'nin sesinde hayat buluyor gibi geliyordu. Acı dolu bir haykırıştı bu. Yoongi'nin çektiği ızdırabın tek bir şarkıya sığdırılışıydı.

Bu şarkıyı düşünmek bile midesini ekşitmeye yetiyordu. Ancak Seokjin güzel bir gün geçirmek istiyordu, bu nedenle bu düşünceleri bir kenara aldı. Yoongi'ye hayatının tatilini yaşatmak istiyordu. Bu yüzden, arabadan dışarı adımını atıp Yoongi'nin gideceklerini söylediği yerin önüne gelir gelmez Seokjin bir tartışma yaratmaya çalıştı.

Ona nedenini sormayın. O da bilmiyor.

"Tahmin edersinki..." diye başladı Seokjin. Kollarını göğsünde kavuşturarak Yoongi'ye döndü. "Benimle tekrar birlikte olmak istediğini söylediğinde..." Black Ford Everest'inin bagajından ikisinin de çantalarını alan Yoongi'ye yan yan bakıyordu. "...kastettiğinin bu olduğunu anlamamıştım."

Sıradışı, mütevazi bir bina güneşin sıcağı altında üzerlerine eğiliyordu.

Üzerinde "Hotel Luna" yazan şeftali ve mint renginde, masum görünen antika binayı işaret etti. Ama gerçekten, terk edilmiş bir motele benziyordu. Seul'ün dışındalardı ve Byeonsan denen şehre iki saat uzaklıkta küçük bir kasabaya sürmüşlerdi. Burası insanın burnunu gıdıklayan tuz ve deniz karışımı ferah bir havaya sahipti. Kıyıya vuran dalgaların sesi uzaktan duyuluyor ve insanın kulaklarını okşuyordu.

Tüm sürüş boyunca, Seokjin Yoongi için endişelenmişti. Canı sıkılıyordu, bunun farkındaydı ve aynı zamanda farkında olduğu diğer şey Yoongi'nin onunla ilgili telaşlanılmasını istememesiydi. Tüm yolculuk boyunca kaygılı bir şekilde dudağını kemirmişti çünkü 'hastasının' yorgun düşmesini istemiyordu. Bu her doktorun endişesiydi. Ancak Yoongi onun kaygılarını elinin tersiyle itmişti camdan yapılmadığını ve en azından araba kullanabilecek kapasitede olduğunu söyleyerek.

Painite Sorrel | YOONJIN (Çeviri)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin