3. Bölüm

209 31 31
                                    


8 EYLÜL

İlkbahar son derece sorunsuz bir şekilde geçmiş, çabucak yaz gelmişti ve havadaki taze serinlik insanın tenini ısıran, burnunu gıdıklayan cinstendi. Şimdi sonbahardı. Yoongi tüm yaz tatilini ailesiyle geçirmişti, erkek kardeşiyle çok iyi anlaşamasa da, bir çok nafile girişimle denemişti.

Ve tonu ne kadar yumuşak olsa da kardeşinin acımasız ve keskin sözlerini hala hatırlıyordu. Ona göre, görünen o ki, Yoongi bir insan değildi. Kardeşinin uydurduğu terime göre o 'paslanmış bir metal'di. 'Sen bizim ailemizin parazitisin hyung. Keşke hasta olmasaydın.'

Ve çaresizce, depresyona girmemek için Seokjin'e üç numaralı döngüyü oluştururken bu acı veren deyim hala aklındaydı. Aksi bir kararı veremeden, çalma listesini ona çoktan göndermişti. Küfretti, şarkıların ne kadar depresif ve yardıma ihtiyacı olduğunu haykırır türden olduğunu hatırladığında.

Yoongi tekrar Seokjin'i hatırladı. Arkadaşça yüzünü, tatlı gülümsemesini ve kibar gözlerini. Ve sonrasında yeni bir suçluluk duygusu onu esir aldı, bu defa, ailesiyle ilgili, kardeşiyle sahip olduğu gergin ilişkiyle ilgili, hatta hastalığıyla ilgili bile değildi. Diğer insanlarla arasında olan şeyin içine her seferinde nasıl sıçtığıyla ilgiliydi.

Yaptığı son hatanın üzerinden aylar geçmişti ve bir açıklama bile yapmadan Seokjin'de kaçıyordu. Birçok farklı sebep yüzünden kötü hissediyordu ve bu sebeplerin arasında Seokjin'in mesajlarını tıpkı bir felaketten kaçar gibi görmezden gelmesi de vardı. Tıp fakültesi ve konservatuar birbirine kilometrelerce uzak gibiydi, kampüs devasa büyüklükteydi. Yoongi ve Seokjin'in yollarının kesişmesi binde bir ihtimaldi ve şimdiye kadar Yoongi ondan kaçma konusunda oldukça iyi gidiyordu.

Derslerinin büyük bir çoğunluğu boyunca, ders aralarında, Seokjin'in bölümüne yakın sınıflardan birindeyken (Biyoloji ve Müzik Psikolojisi dersi Tıp Fakültesinin hemen yanındaki binadaydı) koridorlarda dikkat çekmemek ve kimseyle göz göze gelmemeyi bir görev edinmişti. Kantinde çok vakit geçirmiyordu ve fakültelerden birinin çatı katında bulmuştu kendi çaresini.

Tenindeki yumuşak esintiyle, sert ve soğuk zemine uzanıp gözlerini kapatmakla, aşağıda uzaktan gelen konuşmaları duymakla ilgili bir şey onun her zaman sakinleşmesini sağlıyordu. Kalp atışlarını dinlerken, kontrol edebilirken hissettiği türden bir rahatlıktı bu, hayatı üzerinde kontrole sahip olduğu nadir anlardan birinde hissettiği. Özellikle son aylarda kalbi çıldırmıştı ve işin içine Seokjin ne zaman dahil olsa karmakarışık oluyordu.

Onu yalnızca düşünmek bile kalp atışlarını hızlandırmaya yetiyordu.

Güvende olduğunu, tamamen kendi başına olduğunu düşünüyordu ta ki birebir kaçtığı insan karşısında kanlı canlı vücut bulana dek.

"Min Yoongi!" dedi yüksek bir ses. Kaos patladı. Yoongi neredeyse o noktada düşüp bayılacaktı. "Mesajlarıma cevap vermiyorsun!" ses arkasından sıkıntılı bir nefes bıraktı.

Yoongi göğsünü ovmaya başladı ani acı yüzünden ve Seokjin Yoongi'nin bu sıkıntılı halini fark etmiş olmalıydı ki hızlıca Yoongi'nin yanına gelip önünde yere çöktü yüzünde endişeli bir ifadeyle. "Siktir. İyi misin? Özür dilerim- bir şeye ihtiyacın var mı? Neren acıyor?"

Yoongi sessizce başını iki yana sallayıp gülümsemeye çalıştı ancak o bile acı doluydu. Burnundan nefes aldı ve göğsündeki ani sıkışmayı savuşturmaya çalıştı Seokjin'i geçiştirmeden hemen önce.

"İyiyim. Hatta nefisim," diye mırıldandı, Seokjin'in kaşlarını çatmasına neden olarak.

"Neden maraton koşmuşsun gibi çıkıyor sesin?" diye sordu Seokjin kaşlarını hafifçe yukarı kaldırırken. Şimdi Yoongi'nin yanında bağdaş kurup yere oturmuştu.

Painite Sorrel | YOONJIN (Çeviri)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin