Çay bardağının yanına koyulmuş kaşığı masaya bıraktı. Sırf o çayı şekersiz içiyor diye ben de atmadım. İnsanın tek başına var olması gerektiğiyle ilgili konuları biliyordum elbet ama hepsi önemsiz geliyordu. Ali vardı, ben vardım. O bendendi ben ondan.
"Konuşmayacak mısın?" dedi tuttuğu çay bardağını izlerken. Gözleri dalgındı. Gözleri bir mezarlığı izler gibi hüzünlüydü. Onu bu buhranlı hallere mahkum eden bendim.
Güzel yüzüne baktım. Benimle olduğuna şaşırıp kaldığım en güzel şeydi o. Saçlarını toplamıştı ama birkaç tutam yüzünün kenarlarına düşmüştü. Sakalını biçimlendirdiği belliydi, öylece uzatmamıştı. Biraz olsun gözbebeklerine bakmak istedim, sakındı onları benden.
"Aramızda dinazor var Ali." dedim. "Neden ama mezar mezar papatyalar?..*" Eskiden aynı kulaklıktan birbirimize yaslanarak dinlediğimiz şarkının sözleriydi. Ne garip dip dibeyken dinlediğimiz şarkının anlamına şimdi varıyordum. "Sen getirip koydun onu. Suçlamamaya çalışıyorum seni, ayak uydurmaya çalışıyorum... Anlamaya çalışıyorum."
"Anlamaya çalışmıyorsun Vera." dedi hâlâ çay bardağına bakarken. "Kitabı bile okumamışsın. Anlamak isteseydin okurdun."
"Ali ben o kitabı çok önceden okudum."
Başını kaldırdı. Kırpmadan gözlerime bakmasını garipsemeden karşılık vermek isterdim gözlerine. Çay bardağına çevirdi onları tekrardan. Gözlerindeki şaşkınlığı görmüştüm o kısa zamanda, soru işaretlerini veya anlamsızlığı da.
"Annem vermişti okumuştum. Eskiden, çok eskiden. Senin yaşantını böylesine değiştiren kitap benim için öylesine okuduğum bir kitaptı. Bana verdiğinde hatırlamadım ilkin, sonradan fark ettim. Şimdi açıp tekrar okusam... Senin gördüklerini görmeye çalışarak yani... Yani senin gözlerinle... Belki ben de hissederim senin hissettiklerini. Sanırım bu yüzden okumuyorum. Korkuyorum. Anlayabilir misin bu korkuyu? Seni anlamamakla suçluyorsun ya beni, sen beni anlayabilir misin?"
Gözlerimin içine baktı içindeki merhametle, hüzünle, aşkla, şefkatle... Bir baba kadar uzak, bir sevgili kadar yakındı gözleri bana. Şimdilerde sevgili de uzaktı.
"Beni iyileştireceğini söylemiştin, hatırlıyor musun?" Elimi uzatıp eline daha yakın bir yere koydum, tutmak istiyordum oysa. "O kaldırımda öylece yatarken, zehir damarlarımda akarken yanıma gelmiştin. İlk kez sarılmıştın bana. Seni iyileştireceğim demiştin ya ben iyileşmiştim o zaman. O anki gibi birden değişmeye ikna olmaktan korkuyorum. Belki de sadece kendimi kandırıyorum. Sorumluluklardan kaçıyorum, şeytana uyuyorum... İşte ne dersen de Ali."
Elime yakın elini geri çeker diye bekliyordum ama çekmedi. Gözlerinden akan yaşı aldığı bir yudum çayla gizlemeye çalıştı. Benim yüzümden mi ağlıyordu? Ben mi ağlatıyordum bu koca adamı? Parmaklarıyla hoyratça sildi yanağını. Çoktan sakalına karışmıştı oysa gözyaşı.
"Vera senden o gece kaçmadım, geriye dönüp baktığımda anlıyorum. Bir inancım olmadığını söylediğim zamanlarda bile Allah'ın beni yarattığı fıtrat üzere yaşamaya özen gösteriyordum hep, bunu farklı sebeplerle yaptığıma inansam da... İlişkimizde bile geri duruyordum, belki de bu yüzden bağlandın bana."
Güldüm son söylediğine. "Bana yüz vermedin diye mi sevdim seni yani?.."
"Öyle değil, bilmiyorum bu sadece bir tahmin. Bilmiyorum, bilsem... Uyumak için uzandığımda uyuyamamaktan yoruldum. Geçmişi düşünmekten yoruldum. Senden uzakta olursam her şey daha kolay olacak gibi geldi. Uzaklaştım, daha da zor artık. Şimdi seni tekrar yanımda istemenin beni bencil yapmasından çekinmiyorum. Sadece seni istiyorum. Ama Allah'ın sınırlarından uzaklaşmamı isteme benden."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERA
Teen Fiction"Ali," dedim titreyen sesimle. "ben... özür dilerim Ali. Özür dilerim. Ali..." Soluk alıp veriş sesini duyabiliyordum telefonun diğer ucundan. Bu anı dondurabilsek ve bir kavanoza koyabilsek ben evim yapardım o kavanozu. "Ne için?" Gelen geçen insa...