Sırtımı dış kapıya dayayıp paspasın üzerine oturdum. İçeride olduğunu biliyordum.
"Biliyor musun," dedim. "seni düşünmek güzel şey, ümitli şey, dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey fakat artık ümit yetmiyor bana, ben artık şarkı dinlemek değil şarkı söylemek istiyorum*."
"Git." dedi. Sesinden belli, ağlıyordu, yine de git diyordu.
Bu kadar mı kandırmışlardı onu? O gün kafede yanında gördüğüm adam Ali'nin muhatap olacağı birine benzemiyordu. Acaba o mu aklına girmişti? Bunu düşündüğüm için kendimden utandım. Ali aklı ve mantığına uymayan yollarda sırf başkası istiyor diye yürüyecek biri değildi. Ama bu hale nasıl gelmişti?
"Ali aç." dedim çatallı çıkan sesimle. "Anlamıyorum seni. Ne oluyor? Tastamam bir açıklama yap bana."
Sırtımı dayadığım kapının ardında olduğunu hissettim. O da benim gibi kapıya dayanıyordu. Biliyordum.
"Tastamam açıklamam bu." dedi. "Bundan başkası yok. Yemin ederim yok."
"Neden birden ha, söylesene. Sabah kalkıp seni bulamamak, üzerime örttüğün battaniyeye sen diye sarılmak... Neden öylece oldu?"
"Öylece değildi. Anla Vera, düşün. Sana sorduğum soruları düşün, almak istediğim cevapları düşün. Ben o cevaplara kavuştum Vera."
Tüm sorduğu o soruları gerçekten ciddiye aldığını düşünmemiştim. Okuduğu kitaplardan aklında kalan sorularmış gibi geliyordu. Basitçe soruyordu onları, bir sohbetin arasında soruyor ve kayboluyordu cevapları.
"Biz?" dedim. Onun sözlerine güvenerek. Ona güvenerek. Ona hep güvendim.
Cevap vermedi. Biliyordum. Cevap vermeyeceğini bilerek sordum. Fakat sessizlik de bir cevaptır. Ellerinizden tutar. "Kalk" der, "bitmedi," der, "yürümelisin." der. Ama sessizlik asla istediğiniz cevaplar olmaz. O cevapların çevresinde dönüp duran bir direniştir sadece.
"Ali, bizi yalnız bıraktın." dedim.
Bu son söylediğim sözdü ama kapının önünden kalkmadım uzunca bir süre. Bu sefer ne kadar oturduğumu biliyorum. Ali'yi hissetmediğimde kalktım. Ali kalkıp gittiğinde ben de kalkıp gittim. Ancak ertesi gün kapıyı açtığında beni yine görecekti. Ben krem rengi bir bez çanta olacaktım onun için. Hoş geldiniz paspasının üzerindeki pek de hoş olmayan bir gidiş olacaktım.
.
Poğaçanın kalan yarısına baktım. Yemek istemiyordum ama küçüklükten kalan yemeğin hepsini bitirme alışkanlığım son parçayı zorla ağzıma tıkmama sebep oldu. Kahveden büyük bir yudum aldım. Ağzıma dolan şekersiz kahvenin acılığıyla yüzümü buruşturdum.
"Onları karnımızı doyursun diye yeriz. Bir canavar gibi sevmediklerimizi yutmak değil buradaki maksat."
Kahvenin acı tadı hâlâ ağzımı tastamam sararken hissettiğim duygularla baktım karşımdakine. İğrenme. Sözleri ve konuşma tarzıyla birlikte kahve mi, yoksa sadece kahve mi beni tiksindirdi bilmiyorum.
"Hayır hayır hayır, bu bakışı en son poğaçaya atmıştın ve o artık bir ölü."
Ellerini göğsüne siper ediyormuş gibi duran adama bakmayı kestim. Çok konuşan insanlardan nefret ediyordum. Daha doğrusu çok konuşmasına karşın boş konuşan insanlardan.
"Tamam, şöyle yapalım. Ben yaka kartımda adım yazmıyormuş gibi yapayım, sen de yaka kartında adın yazmıyormuş gibi yap ve birbirimize adımızı söyleyerek tanışma faslını atlatalım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERA
Teen Fiction"Ali," dedim titreyen sesimle. "ben... özür dilerim Ali. Özür dilerim. Ali..." Soluk alıp veriş sesini duyabiliyordum telefonun diğer ucundan. Bu anı dondurabilsek ve bir kavanoza koyabilsek ben evim yapardım o kavanozu. "Ne için?" Gelen geçen insa...