"sanmak"

344 42 12
                                    

"Siz ne alırdınız?"

Elindeki kitabı inceliyordu. Sayfaların arasında titizlikle gezinen parmakları durdu. Başını kaldırdı. Karşısındaki adama baktı. Dudaklarının arasından sönük bir nefes çıktı -o nefes olmak istedim ben. Başını aniden indirmese gözlerinin dolduğunu bile söylerdim ama emin değilim. Gözleri her zaman dolmaya müsait olsa da emin değilim.

Başını kaldırmadı. Kitabı titizlikle tutan parmakları narin dokunuşlarını yitirdi. Sayfalar ezildi.

"Filtre kahve iki olsun." dedi Ali'nin karşısındaki adam.

Başımı salladım. Ne ara gözlerime dolduğunu bilmediğim yaşlar çenemden süzüldü. Elimin tersiyle sildim aceleyle. Arkamı dönüp gitmeden önce sert bir şekilde elindeki kitabı masaya fırlattığını gördüm: "Bisiklet Dersleri"

Ezberlenmiş adımlarla geri dönüş. Dik omuzlar. Eğilmeyen bakışlar. Kafenin mutfağına açılan kapıya kadar direnen pes etmedim duruşu. Ve ardından sesimi duymasınlar diye dudaklarıma örttüğüm parmaklarım. Parmaklarım çok şey duydu insanlar duymasın diye.

Minnettar olduğum ve olmaya devam edeceğim kız kollarımdan tuttu. Yine. Beni soyunma odasına bıraktı. Ağladım. Sadece ağladım. Kriz geçirmedim, kendimi kaybetmedim... Sadece ağlamanın daha kötü olduğunu idrak ettim giyinme odasının dört yanı çevreleyen dolaplarına bakarken.

Kriz insanın zihnindekilerden arınmasıyken ağlamak, zihni çepeçevre saran bir zehir oluyordu. Ağlarken yaptığım yanlışları bulmaya çalıştım. Ben sadece konuştum. Zihnimdeki kelimeleri döktüm. Acıyla sarmaladığım kelimeleri "Al bunlar senin!" dercesine Ali'nin önüne döktüm. Fakat bir insan bunun için yapayalnız bırakılmamalı. Hele de karşısındaki her şeyi bellemişse onu, her şeysiz bırakmamalı, hiç etmemeli.

"Ne yapıyorsun burada?"

Öz sınırımı ihlal ederek tepeme dikilmiş adama baktım. Garsonların en rütbelisiydi ve dükkanda patron yokken patronmuş gibi davranıyordu. Büyük ihtimalle yine o boşluktan yararlanmaya çalışıyordu.

"Üstümü değiştirdim, içecek döküldü."

Ali'nin yüzü. Kırıklarla dolu yüzü. Hayal kırıklığı. Kötü evlat.

"Götürmediğin siparişteki içecek mi? Tamam, neyse. Çabuk toparlan ve işine dön."

Başımı sallayıp belime astığım önlüğe gözlerimi sildim. Ayağa kalktım. Omuzlarımı dikleştirdim. Tokamı sıkılaştırdım. Ve işime döndüm. Ali'nin gideceğini biliyordum. Ama yine de biraz evvel oturduğu sandalyede oturan adama o mu diye bakmaktan kaçınamadım. O adamın yüzünde Ali'nin yüzünü aradım. Bu yaptığım en adice şeydi. Sanki Ali'ye benzer tek bir yanını bulsam acımı geçirsin diye boynuna sarılacaktım.

Ali'nin yüzü. Kırıklarla dolu yüzü.

Zihnimden çık!

Ben yanlış bir şey yapmadım.

Günün devamını anlatmayacağım. Ali'nin evine gittiğimde açılmayan kapının önünde ne kadar beklediğimi söylemeyeceğim. Zaten bilmiyorum.

.

Sabah dört haftadır kullanmadığım izinleri birleştireceğimi patrona söylediğimde "Tamam." dedi. Sadece bunu söyledi ve gitti. Üstünde durmadım. Bunu düşünmeye ayıracak vaktim yoktu. Ali birkaç dakikaya girdiği kitapçıdan çıkacaktı ve bu sefer öylece gitmesine izin veremezdim. Koşarak kafeden çıkıp kitapçının önüne geldim. Ali'yi tepede topladığı saçı ve lacivert uzun montundan fark edebilmiştim. Yüzü görünmüyordu. Havada daireler çizen parmakları, hızla başını sallaması önemsediği bir konuyu karşısındakiyle paylaştığını gösteriyordu. Büyük ihtimalle verdiği önemi karşısındakine de aşılamak istiyordu.

VERAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin