"Kabul ettin mi?"
"Ettim."
"Ettin mi?"
"Ettim."
"Ettin mi?"
"Ettim."
Gözlerimi yumdum. Bir salıncağın en yukarıya tırmanıp geri inmemesi gibi hissediyordum. Tarifi buydu hissettiğimin ancak. Gökyüzünü kaplayan o koca çınar ağacı gözlerimi alacak kadar güzeldi sanki en tepede başımı kaldırıp izlediğim.
Ali'nin elini hissettim yanıma koyduğum elimin üzerinde. Parmaklarını parmaklarıma geçirdi. Derin bir nefesi titremesine engel olamadan verdim dudaklarımın arasından. Gözlerimi açarsam ağlayacağımdan korktum. Elimi sıktı, avucundan tenime değen heyecanı hissediyordum, diğer eşi benim tenimde cızırdayıp duruyordu.
"Allah kabul etsin." dedi nikahı kıyan kişi. Bitmişti sanırım. Şahitlere ne ara sorulduğunu hatırlamıyordum. İlk defa bu denli kuvvetli hissettiğim heyecan her şeyi gölgeliyordu Ali'yle benden başka. İnsanlar tebrik ederek odadan çıkarken bile onların tanıdık gelen simalarına öylece baktım. Bildiğim yüzlerdi ama benim için o an önemli değillerdi işte.
"Bitti." dedim inanamayarak. Ali'ye döndüm. Gözlerinin en derinine baktım, kahve irisine dek. Sakınmadı onları benden uzun zaman sonra.
"Yeni başladı." dedi. "Ağlama." Parmaklarıyla gözümün altında biriken yaşları sildi.
"Ağlatma."
Gülümsedi elini çekmeden önce. "Kalkalım artık, ayıp olacak insanlara. Kendi düğünümüze geç kalmayalım."
Bildik düğünlerden değildi bizimki. Bir çocuk parkında boş bulunan her yere masa ve sandalye koyulmuştu. Gelinle damadın oturduğu görkemli masalar yerine salıncağın önünde düz bir masa vardı. Gelen misafirlerin yadırgadığı düğünü, Ali ilk aylarımızda benimle evlenmek istediğini söyledikten hemen sonra anlatmıştı. O an uzakta bizi bekleyen olasılıklardan biri olarak görmüştüm bunu, ama şimdi -iki yıl bile olmadan- gerçek olmuştu.
Neden park, diye sormadım. Onunla konusunu açmadığımız çocukluğunu konuşmak için bir girişimde bulunmamıştık. Elimi tutmuştu, daha fazlasını isterse anlatırdı.
.
Kollarımı sonuna kadar açtığım camın üzerine koydum. Başımı yaslayıp geçtiğimiz pamuk tarlasını izledim. Dünyanın rengi değişmişti adeta o andan sonra -kabul ettiğimizi söyledikten sonra. Gökyüzü artık daha maviydi, toprak daha kırmızıydı, pamuk daha beyazdı.
"Üşüyeceksin Vera."
Ali'ye döndüm. Araba kullanırken fazla ciddi olurdu hep, başını çevirip bir kere baksa da hemen yola döndü.
"Biz şimdi neyiz?" dedim, bacaklarımı toplayıp ona döndüm.
"Birbirimizin eşiyiz. İmanının yarısıyız."
Uzanıp yanağına bir öpücük kondurdum. Elini öptüğüm yanağına kapattı. "Çok yaramazsınız Vera Hanım. Ecmel'e mi özeyorsunuz yoksa..."
Omuzlarımı silktim. Yol uzundu ama onu izlemeyi, doya doya ona bakmayı o kadar özlemiştim ki biriken tüm hasretimi giderecek vaktim olmasına seviniyordum.
"Senin eşin olduğum için çok mutluyum." Elimle saçlarını düzelttim.
"Ben de. İmanımın yarısı olduğun için çok mutluyum."
"Niye böyle diyip duruyorsun ki? Nerden belli o?"
"Evlenen, imanın yarısını tamamlamış olur, kalan yarısı hakkında ise Allah'tan korksun: Bu bir hadis."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERA
Teen Fiction"Ali," dedim titreyen sesimle. "ben... özür dilerim Ali. Özür dilerim. Ali..." Soluk alıp veriş sesini duyabiliyordum telefonun diğer ucundan. Bu anı dondurabilsek ve bir kavanoza koyabilsek ben evim yapardım o kavanozu. "Ne için?" Gelen geçen insa...