Güneşin ilk ışıkları henüz yükselmeye başlamadan, önceki gün minibüsler ile gezerek tanıdığımız o çevreye doğru, bu sefer daha az insanla yola çıktık. William ve arkadaşlarının dışında Türkan hoca, Musa ve ekipten birisi daha vardı. Bugün artık ayin günüydü...
Dün Musa'nın arkeolog arkadaşları bizi ayini yönetecek Duku ile tanıştırmıştı. Tanıştırdı derken ben sadece uzaktan görebilmiştim. Yüzünde anlamını bilmediğim ve zaten uzak olduğum için pek net de göremediğim sembollerden oluşan dövmeleri olan, ak sakallı bir dedeydi. Saçları ve sakalları neredeyse yere değecek kadar uzundu. Üzerindeki entarinin uçları, yerleri süpürmekten yıpranmıştı.
Bir ağacın gölgesinde, elinde çalıdan yaptığı bastonu ile uzaklara dalmıştı. Yaşlı olmasına rağmen kamburluktan eser yoktu. Dimdik duruyordu. Arabayı park ettikten sonra Musa Duku'nun yanına gidip, onunla bir şeyler konuşmaya başladı.
Musa minibüse döndükten sonra civarı keşfetmeye devam ettik. Ayini gerçekleştireceğimiz mağaraya da uzaktan bakıp, otelimize döndük. Hem yorgunluk hem de ertesi gün çok erken kalkmam gerekeceğinden erken yatmıştım. -çünkü ayinin güneş doğarken gerçekleşmesi gerekiyordu-
Artık iyice ayinin gerçekleştirileceği mağaranın yakınındaydık. Yolun kalanını yürüyerek tamamlayacaktık. Aracın motorunun kapanmasıyla ortamdaki tek ses de kesilmişti. Sabahın dinginliği, sessizlik, gökyüzündeki alacakaranlık... Atmosfer büyüleyici ama aynı zamanda korkutucuydu...
Birbirimizin ardına dizilip, tek sıra halinde mağaranın girişine doğru yürüdük. William hemen arkamda, Musa ise hemen önümdeydi. Girişte bizi karşılayan kişi önceki gün gördüğümüz Dukuydu. Mağaranın içi zifiri karanlıktı. Dümdüz ilerlemeye devam ettik, ancak karanlıktan herhangi bir şey görebilmek neredeyse imkansızdı.
Daha ne kadar bir bilinmezliğe doğru yürümeye devam edecektik? En son hep birlikte durduğumuzu Musa'nın sırtına çarpıp yere düşünce fark ettim. Neyse ki William fark edip beni hemen yerden kaldırmıştı.
Gıcırtılar eşliğinde açılan kapıdan sızan ışıklar gözlerimi kamaştırıyordu. Sonunda ışığa varabildiğimize sevinmiştim. Tüm duvarlar Meşaleler ile kaplıydı. Ortada yer alan kurnaya benzer mermer sunak, ürkütücüydü.
Hepimiz içeri girdikten sonra, haşmetli kapı gıcırtılar eşliğinde kapandı. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Midem kaskatı kesilmişti. Duku sıra ile hepimizi incelemeye başladı. Bakışları bir bıçak kadar keskindi. Sıra bana geldiğinde ellerimi kendine doğru uzatmamı istedi. -anlamadığım bir dilde konuşuyordu ancak anlatmak istediklerini bana beden dili ile aktarmıştı-
Ellerimi ve bileklerimi iyice inceleyip benden sonraki kişiye yani William'a geçti. William'ın yüzüne iyice baktıktan sonra Musa'ya dönüp bir şeyler söyledi. Musa ise evet anlamında başını salladı. William'ın iki yanağına ellerini koyup yüzünü kendine doğru çekti. William'ın gözlerini iyice gözlerine yaklaştırdı. Bir süre William'ın gözlerini inceledikten sonra ekibin kalanını incelemeye devam etti.
Elimi sıkıca kavrayan soğuk bir el hissettiğimde William'a döndüm. Bana bakıyordu ve çok gergin olduğu her halinden belliydi. Onu destekler bir tavırla bende onun elini sıktım. Şimdi kendimi ona karşı biraz mahcup hissetmiştim. Ona Musa ile öpüştüğümüzü bir an önce söylesem iyi olurdu ancak şimdi daha önemli işlerimiz vardı.
Duku incelemesini bitirdikten sonra William, Musa, Samet ve benim dışımdaki kişileri odadan dışarı çıkarttı. Onlar çıktıktan sonra kalan dördümüze ortada yer alan mermerin etrafında diz çöktürdü. Belindeki deri kından çıkardığı hançerle bana yaklaşmaya başladığı anda neye uğradığımı şaşırarak Musa'ya baktım. "Ayin için kanın lazım." diye fısıldadı. Duku elimden tutup elimi Mermer sunağın içerisine doğru yaklaştırdı. İyice korkmaya başlamıştım. Duku'nun en az bir jilet kadar keskin hançerini bileğime sürtmesiyle, kafamı diğer koluma gömerek ağlamaya başladım. Duku'dan çok korktuğum için çığlık atamamıştım.
Gözlerimi kolumdan kaldırıp kesilen bileğime baktığımda daha da fena olmuştum neredeyse bayılacaktım ancak dayanmak zorundaydım. Bileğimden sızılan kanların mermer sunağa akışını seyrettim. Gözlerimi kolumdaki kandan ayırıp, William'a baktım. O da aynı az önce benim yaptığım gibi kanımın sızılışını seyrediyordu. Duku'nun elimden tutup, mermer sunaktan dışarı itmesiyle artık elimi çekmem gerektiğini anladım. Kıyafetimin kolu ile bileğimi iyice sardım.
Duku mermer sunağın içerisindeki kanıma parmağını daldırıp, kanlı parmağını önce William'ın sonra ise Samet'in dişlerinin üzerine sürdü. Kanımın tadını almalarıyla adeta kendilerinden geçmişlerdi. Gergin bir şekilde yutkundum. Derin nefesler alarak kendime gelmeye ve bir yandan da bileğimin sızısını unutmaya çalışıyordum.
Duku Samet'i kollarında tutarak ayağa kaldırdı ve mermer sunağa yaklaştırdı. Samet'in kendine hakim olmakta zorlanır bir hali vardı. William'a doğru dönüğümde dikkatle Samet'e bakıyordu. Samet'in beklenmedik bir saldırı yapmasından korkarmışçasına tetikte bir hali vardı.
Samet mermer sunağın içindeki kanıma iştahla bakıyordu. Duku benim kanımı istediği gibi ondan da vampir zehrini sunağa akıtmasını istemişti. Samet sunağın başına geçti ve ağzını araladı. Normalde de uzun ve büyük olan köpek dişleri daha da uzamaya başladı. Kanımın kokusuyla mest oluyordu. Duku ona kana iyice yaklaşmasını istedi. Dişlerinden adeta salya gibi akan vampir zehiri, sunağın içerisinde yer alan kanıma damladıkça, sunaktan cızırtılar ve hafif bir duman yükselmeye başladı.
Kendisi de mermerin önünde yer aldıktan sonra ellerini havaya kaldırıp o anlamını bilmediğim cümleleri kurmaya başladı.
"O damnant nunc dimittis captivum, o damnant nunc dimittis captivum, o damnant nunc dimittis captivum. Relinquere corpus eius, relinquere corpus eius, relinquere corpus eius. İntrant aliud corpus, intrant aliud corpus, intrant aliud corpus.
O damnant nunc dimittis captivum, o damnant nunc dimittis captivum, o damnant nunc dimittis captivum. Relinquere corpus eius, relinquere corpus eius, relinquere corpus eius. İntrant aliud corpus, intrant aliud corpus, intrant aliud corpus."
Duku'nun ağzından o anlamadığım cümleler çıktıkça gittikçe hızlanan bir esinti adeta bir hortum gibi etrafımızda dönmeye başladı. Odanın duvarlarındaki meşalelerin ateşi esintiyle birlikte daha da harlandı.
Etraf toz duman olmuştu ve alevler etrafımızı sarmıştı. Duku'nun yeniden ellerini havaya kaldırmasıyla tüm alevler söndü ve toz bulutu odanın yukarısına doğru havalandı.
Odanın tavanından açılan bir delikte bütün her şey çıkıp gitmiş, yerine dinginlik ve yeni doğan güneşin ilk ışıkları gelmişti. Güneş ışıkları mermer sunağın üzerine düşüyordu.
Vampir zehrinin kanımla tepkimesiyle oluşan sıvı, güneş ışıklarıyla ısınarak hareketlenmeye başladı. Duku az önce söylediklerini söylemeye devam ederken Sıvıdan buharlar yükselmeye başladı. Etrafa yayılan koku çürük ve yanık kokusunun karışımı gibiydi. Duku sunağın dibinde oluşan katranı parmaklayıp, önce William'ın alnına, ardından da artan katranı, ağzının içine sürdü. William, ağzının içine katran bulaşmasıyla öğürerek kustu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANA TUTSAK
VampireUrfa'dan İsveç'e uzanan heyecan dolu bir serüven.. Esila üniversiteden yeni mezun olmuş, geleceği konusunda endişeleri olan genç, güzel ve başarılı bir kız. Hiçbir şeyden korkmadan, arkasına bile bakmadan kendini bambaşka bir dünyanın kollarına atı...