- CEMRE-
Yine sahile inmiştim. Umutsuz altıncı günün eğitimi de bitmişti. Doğan kayığın yanında oturuyordu. Kıyafeti bile ilk günkü gibiydi. Yüzünde çok masum bir ifade vardı. Onu ilk defa böyle görüyordum. Yanına gidip oturdum. Gizlemeye çalıştığı, anlam veremediğim biraz çocuksu ama tatlı bir hali vardı. Onu izlediğimi hissetmiş. İçimi okumuş gibi gülümsedi.
-“Hadi sor ne öğrenmek istiyorsan “ dedi. Şaşırdım, ona her şeyi sormak, onu tanımak istiyordum ve heyecandan aklıma bir şey gelmedi. Belki saçmaladım.
-“ Böyle olmak zorunda mısın?” dedim. Tam bir fiyaskoydu ama belli ki o beni anlamıştı.
-“Değilim ama ben buyum “dedi. Devam ettim o an aklıma ne geliyorsa.
-“Kimsin sen? ”dedim.
-“Zamanla tanıyacaksın” dedi.
-“Peki, söyler misin aşka inanıyor musun?” dedim.
-“İnandım sonunda. Aşk seni yemeden, içmeden, gülmekten ve uykulardan alıkoyar. Sanki kalbinde düğüm varmış ve sürekli yüreğini sıkıştırır gibi. Aşk savaştır, kaçıştır ve korkudur” dedi. Gözlerimin içine baktı. Burada benim aşka bakışımı tarif ediyor gibiydi. Dalgaları seyrederek devam etti. Âşık olursun, savaşırsın ve en büyük rakibin odur. Bazen kazanır bazen yenilirsin. Aslında aşk korkudur onu kaybetme korkusu. Belki de hayattaki tek korkundur. Aşk kendinden kaçıştır. Kaçmayı başarırsan, bu savaşı ebedi kazanmış olursun. Fakat nasıl kaçılır onu bilmiyorum. Onu ilk defa böyle samimi görüyordum. İçinde yumuşak bir kalp taşıdığına şimdi ikna olmuştum. Şimdi de ben ona dokunmak istiyordum. Hep onun istediği gibi sarılmak hatta öpmek geliyordu içimden. Yaralı bir çocuk gibiydi ve ben yaralarına merhem olmak istiyordum.
-“ Peki, aşkı tattıran ve sana bunları yaşatanla, ilk göz göze geldiğinde neler hissettin söyler misin?” dedim. Baktı ve gülerek,
-“Bu kadını sen çok iyi tanıyorsun Cemre” dedi.
-“Lütfen sen cevap ver; neler hissettin, neyinden etkilendin. Kıskandın mı hiç onu ya da hayalini falan kurdun mu?“ dedim. Ne yani bana ne hissettin diye direkt soramazdım. Hala yüzüme bakıyordu.
-“Hadi ama Doğan ben bunları duymak istiyorum.” Dedim. Şımarık çocuklar gibi. Onu dinlemeye ve ondan duymaya ihtiyacım vardı. Yine sahile döndü derin bir nefes aldı.
-“Nasıl başladı bende bilmiyorum. Bir anda oldu ne olduysa. İlk hissettiğim korkuydu, kaybetme korkusu. Her şeyinden etkilendim; Bakışı, gülüşü, konuşması, gözleri, saçları, elleri, yürüyüşü, duruşu, hal ve hareketleri… Kelebekler uçuştu, karnım ağrıdı ve soğuk soğuk terledim” dedi. Demek ki o da benim gibi korkmuştu. Bunları anlatırken öyle tatlıydı ki; ellerini derken ellerime, gözlerini derken gözlerime, saçları derken saçlarıma baktı. Beni ikna etmek için anlatıyor gibiydi. Belki de içini dökmek istiyordu ama oyunuma dâhil olması hoşuma gitmişti sanki başka birinden bahsediyorduk. Belki böyle daha kolay ifade eder diye düşündüm. Çok iyi gidiyordu.
-“Göz göze geldiğimiz an yaşadığımı hissediyorum. Gözlerini oturup saatlerce izleyebilirim. Çok güzeldi gözleri” Bir an duraklayıp, uzunca bir süre gözlerime baktı ve devam etti.
-“Bu güzelliği anlatacak kelime bilmiyorum. Onun aşkını kazanma şansım olduğuna dair gözlerinde hala umut var. Dünyanın yaşanası bir yer olduğuna inanmak istiyordu “. Ama ben yine anlatamıyorum ne yazık ki.
-“Ah cemre aşkın bir rengi olsaydı, sanırım onun göz rengi olurdu. O yanımda yokken aşkın rengi siyah oluyor. Çünkü siyahtan daha baskın bi renk yok” Yine bi süre sustu dalgın dalgın baktı ve devam etti.
-“İnsan âşık olunca kavuşmak ister, unutmaya mahkûm olmak değil. Düşünmemek istedim fakat hep kendime yenildim. Aklıma her defasında gözleri ve gülüşü geldi. Kavuşmak için dua etmeye başladım” dedi.
-“Peki, insan mecbur kalsa aşktan vazgeçer mi?” dedim. Niye böyle bir şey sormuştum ki? Vazgeçmesinden mi korkuyordum? Artık dönüşü yoktu. Boşa direndiğimin de farkındaydım. O benim hayatımın aşkıydı, tüm benliğimle bunu hissediyordum. O ise konuşmaya başlamıştı bile.
-“Aşktan değil yanmaktan, beklemekten, özlemekten, görememekten vazgeçmek ister insan, eğer vazgeçebilseydi. Mecnun çöllere düşmez, Ferhat dağları delmezdi bu yangın olmasa. Sevmek çok güzel, sevilmek ise daha zordur sevmekten. Benim bu güne kadar aşka zamanım olmamıştı Cemre. Ayrıca güzel şiir yazıyor” dedi. Beni yine şok etmeyi başarmıştı.
-“Ama sen nasıl yani?” dedim konuşamıyordum ki.
-“Evet, odana girdim. Seni merak ettim, özür dilerim. Yatağına, kıyafetlerine dokundum. O arada merakla çekmecelerine baktım. Belki bir sevgilin vardır diye, korktum. Bir şey bulurum diye düşündüm. Ama biliyorum kimse yok emin oldum. Seni gördüğüm günden beri deli gibi istiyorum Cemre” dedi. Güldü sonra “şiirler bana mıydı?” dedi yaptığı çok kötü bir şeydi. Ama ruhum o kadar okşanmıştı ki “evet” dedim sadece. İçimi ısıtmıştı sözleri. Bunun üzerine ne denebilir ki, ikna olmuştum. Elinden tutup kaldırdım Doğanı. Şaşkın ama memnun bir ifadeyle peşime düştü. Otele geldik. Asansörü çağırdım. Bir yola düşmüştüm ve kendime inanamıyordum. Doğanın bahsettiği bu savaşı aşk kazanmalıydı. Asansöre bindik, ben artık ona bırakmıştım her şeyi. Odasının olduğu katın düğmesine basmıştı ve artık dönüş yoktu. Kararımızı vermiştik. Biz olmak için elimi hiç bırakmıyordu. Birbirimize masum bakışlar fırlatıyorduk. O sert bakışlı mesafeli adam gitmiş, masum bir çocuk gelmişti sanki. Ama artık bunları düşünmek anlamsızdı. Odasına girdik. Onun başlattığı gibi en başından kaldığımız yerden devam ettik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VİSAL
RomanceCemre kariyerine odaklanmış, ailesinden uzakta sakin bir hayat sürmektedir. Fakat aldığı kötü bir haber dünyasını başına yıkar. Sadece acıları hatırlatan bu yer ona artık acı vermektedir. Cemre şehri terkeder. Yalnız,hayat kaldığı yerden devam etmem...