21 Haziran 1999
Oturduğu pufta öne doğru eğilip aynada kendini incelemeye koyuldu. Bakışları dağınık olarak tepesinde toplanmış saçlarından gözlerine, oradan da ağzına kaydı. Dişlerine tel takılı olan ağzına. O an saçlarını açık bırakmadığına pişman oldu. Sadece çok güzel yüzü olan kızların topuz yapması gerektiğini düşündü. Zeynep ise kalın gözlükleri ve tüm ağzını kaplayan diş telleri ile güzel olmaktan çok uzaktı. Biraz daha becerikli ya da bu işlerden anlıyor olsaydı firketeleri çıkarıp saçlarını serbest bırakırdı. Ama saç yapma becerisini test etmek için hiç de uygun bir zaman değildi. Özellikle de partinin başlamasına yarım saatten az zaman kalmışken böyle bir riski göze alamazdı. Askılı elbisesinin ölçülü dekoltesine, neredeyse dümdüz olan göğsüne bakarak yüzünü buruşturdu. Nasıl oluyordu da boyu alabildiğine uzayıp yaşıtlarının çoğunu geçerken, kıvrımlar söz konusu olduğunda vücudu işi bu denli ağırdan alıyordu. 'Belki de ağırdan almıyor,' diye geçirdi içinden. 'Belki de olup olacağı bu kadardır. Hiç kimse bir korkulukla çıkmak istemezdi. Şu hali bir an önce gelişim göstermezse bütün erkekleri korkutup kaçıracağı kesindi. Tıpkı bir korkuluk gibi. Aynada gördüklerinden hoşnut olmayarak arkasını dönüp odayı incelemeye koyuldu. Daha önce de kendi kendine defalarca itiraf ettiği gibi bir kez daha odanın iç bayıcı derecede ağırbaşlı olduğunu düşündü. Bir genç kız için fazlasıyla klasik ve şatafatlıydı. Antika yatak başı ve ona uyumlu komodinler yüzyıllardır oradaymış gibi duruyordu. Yerdeki pahalı İran halısı da en az onlar kadar can sıkıcıydı. Yatak odası mobilyaları varaklı olacaksa yatak odasında yatanın en az seksen yaşında olması gerekirdi. Ama bu odanın sahibi az sonra kutlanacak partinin oldukça göz alıcı davetiyelerinde de belirtildiği gibi sadece on altı yaşındaydı. Sıkıntıyla yanaklarını şişirip içindeki havayı üfledi. Tam o sırada yatakodası banyosunun kapısı açıldı ve içeriden Buse'nin sesi duyuldu "Hazır mısın? Geliyorum."
Zeynep başını geriye atıp gözlerini devirdikten sonra "Yaklaşık on saattir hazırım. Yani sabah beni uyandırdığından beri," dedi. "O halde dönebilirsin." Beklenti ve heyecan Buse'nin sesinden açıkça okunuyordu. Zeynep onun dediğini yaparak üvey ablasının nefes kesici güzelliği ile karşı karşıya gelmek için pufta yavaşça döndü. Onu tanıdığı ilk andan itibaren hep olduğu gibi bir kez daha kalbi yoğun hayranlık ve kıskançlık duyguları altında ezildi. Güzel, Buse'nin görünüşünü tanımlamak için son derece yetersiz bir sıfattı. Hayır... Buse en az o odadaki antikalar kadar eşsiz ve az bulunur türdendi. Üstelik o antikalar gibi sıkıcı olmak yerine son derece canlı, hayat dolu ve cazibeliydi. Zeynep'ten bir yaş büyük olsa da aralarındaki fark çok daha fazlaydı. Zeynep onaltı yaşına gelince onun gibi bir kuğuya dönüşeceğini hayal etmek isterdi ama bu bir seneye sığdırılabilecek bir şey değildi. Özellikle de sedef gibi pırıltılı duru beyaz bir cildi, kalp şeklinde bir yüzü ve gül pembesi dudakları olmadığı düşünülürse... Buse'nin sarı yumuşak saçları ile mükemmel uyum içerisindeki bal rengi gözlerine değinmek bile istemiyordu. Buse son yıllarda sosyetenin başına gelen en harikulade şeydi ve yakın zamanda bunun tadını çıkarmaya başlamıştı bile. Ailesi tarafından mükemmel yetiştirilmiş olması, taşkın hareketlerden kaçınması onu şimdiden her ailenin gelini olarak görmeyi arzuladığı bir kıza dönüştürüvermişti. Herkes bir melek kadar iyi ve güzel olan Buse'nin çevresine yaydığı ışıltıdan nasibini almak için birbiri ile yarışıyordu adeta. Onun ulaşılmaz güzelliği ve erdemi yanında yaşıtı kızlar fazlasıyla sıradan, renksiz ve belki de yozlaşmış kalıyordu. Onun gibi olmaya çalışmak, onun gibi davranmak Zeynep için küçücük yaşlardan gelen bir saplantı halini almıştı. Yine de kim Buse ile yarışabilirdi ki? Özellikle de Zeynep'in hiç şansı yoktu. Düşüncelere dalmış halde onu uzun uzun süzerken Buse'nin sorusuyla kendine geldi. "Ne düşünüyorsun? Çok mu abartılı yoksa fazla mı sönük? Aslında bir ara saçlarımı toplamayı düşündüm ama fazla ince telli olduğu için kolayca dağılıyor. Ben de açık bırakmayı tercih ettim. Sence çok mu kötü olmuş?" diye endişe ile sorarken pürüzsüz alnında bir iki kırışık belirmişti. Kırışıklıkların bile ona farklı bir sevimlilik kattığını düşünen Zeynep dürüstçe karşılık verdi. "Muhteşem görünüyorsun. On altı yaşında bir kızın bundan daha harika olabileceğini sanmıyorum" Buse'nin mutlulukla aydınlanan yüzü hemen sonra gölgelendi. "On altı yaşında bir kız için iyi görünüyor olabilirim peki ama on sekiz yaşında bir erkek için yeterince iyi miyim sence? Belki de rujumu belirginleştirmeliyim ya da bir kat daha rimel sürsem..." Aynaya yaklaşmış yüzünü inceliyordu. Zeynep omuzlarından tutup onu aynadan uzaklaştırdıktan sonra güven vermek istercesine kollarını hafifçe sıkıp sözlerini tekrarladı. "Muhteşem görünüyorsun. On altı ya da otuz altı fark etmez sen her durumda muhteşem görünürsün. Üstelik çabalamana bile gerek kalmadan. Daha fazla makyaj yapmak güzelliğini kapatmaktan başka bir işe yaramayacak." Buse'nin gözlerinde Zeynep'in görmekten hiç bıkmayacağı aynı sevgi dolu ifade belirdi. Yıllar boyunca her koşulda ayakta kalmasını sağlayan en büyük güç üvey ablasının ve üvey babasının ona karşı sunduğu cömert sevgi idi. Karşılığında Zeynep'in sonsuz sadakatini kazanmışlardı. Daha küçücük bir kızken kendi kendine yemin etmişti. Ne olursa olsun onların iyiliğini her şeyin üstünde tutacaktı. Üvey annesinin de kendine karşı kötü davrandığı söylenemezdi ama konumlarını tanımlayan üvey sıfatının mesafeli duruşunu davranışlarına sürekli yansıtması nedeniyle Zeynep asla onun yanında kendini yeterince rahat hissetmezdi. Buse onu içten bir sarılma ile ödüllendirdikten sonra heyecanla anlatmaya başladı. "Biliyorsun o da bu akşam burada olacak. Aslında gelmek istediğinden değil biliyorum. Yine de ailesi bizim aileden gelen herhangi bir daveti geri çevirmeyeceği için kısa süre için de olsa partiye katılacağından şüphem yok. Eğer bu gece onu etkileyebilirsem bundan sonra gözü üzerimde olacaktır." Zeynep ona fazla ümitlenmemesini söylemek istedi, ama kardeşi bir kelebek kadar heyecanla kanat çırpıyorken felaket habercisi olmayı gönlü el vermedi. Ne zaman adı geçse Buse'nin gözlerinin ışıl ışıl parlamasına neden olan Kaan liseyi henüz bitirmiş on sekiz yaşında aklı bir karış havada ve eğlenceye fazlasıyla düşkün genç bir erkekti. Buse onun ilgisini hiç çekmiyordu ve bunun nedeninin güzellik olmadığı çok netti. Buse ancak onun ilerideki eşi olabilirdi ama Kaan'ın evlenmesine en azından on yıl daha vardı. Bu sürenin ablası için çok uzun ve kırıcı bir dönem olacağının farkında olsa da Zeynep bir türlü dili varıp düşüncelerini söyleyemiyordu. Her zamanki gibi onu rahatlatacak bir yorum yaptı ki aslında sözleri yalan da sayılmazdı. "Seni beğeneceğinden hiç kuşkum yok Buse'cim." Üvey ablasının oldukça şatafatlı olması planlanan doğumgünü aslında sıradan bir doğumgününden çok daha farklı bir anlam içeriyordu. Koray ve karısı Emel Hanım yaşıtlarından farklı olarak Buse'yi, yeni neslin yozlaşmış hal ve tavırlarından uzak, daha korunaklı bir ortamda yetiştirmeyi tercih etmişlerdi. Nüfuz sahibi ailelerin çocuklarının gittiği oldukça pahalı bir okula gidiyor, onlar ile aynı derslere giriyor olsa da okul dışında hiçbir aktivitede onlara katılmıyordu. Onun yerine kendisi ile aynı eğitimi alan kardeşi ile gezip arkadaşlık ediyordu. Bazen Zeynep olmasa halim nasıl olurdu diye düşünürdü. Ailesinin görüşmesini uygun bulduğu birkaç kişi vardı -ki bu kızlarla ortak hiçbir yanı olmadığı gibi hiçbiri zerre kadar ilgisini de çekmiyordu. O daha çok Kaan ve onun çevresindeki kızlar gibi arkadaşlar edinmek istiyordu. Bu anlamda Buse'nin kozasından çıkıp kelebeğe dönüşeceği ve özgürlüğünü elde etme yolundaki ilk büyük adımı olacaktı bu geceki parti. Ailesi büyümesiyle beraber yavaş yavaş bazı kısıtlamaların ortadan kalkacağının sinyalini vermeye başlamıştı. Bunun dışında Akıncı ailesinin herkesten uzak tutup üstüne titrediği kızlarının da artık sosyeteye tanıtılma zamanı gelmişti. Buse o kadar heyecanlıydı ki hiç durmadan konuşuyor, içinde Kaan'ın olduğu çeşitli romantik senaryoyu ardı ardına sıralıyordu. Zeynep onun için heyecanlanıyor ve bu akşamın umduğu gibi gitmesi için dua ediyordu, çünkü beklentisi o kadar yüksekti ki hayal kırıklığı aynı oranda büyük olabilirdi. Kapının vurulması ile konuşmaları bölündü, bakışları o tarafa yöneldi. Gelen Emel Hanımdı ve artık aşağıya inmeleri gerektiğini söylüyordu. Buse Zeynep'e bakıp gülümsedikten sonra aşırı heyecanlandığında hep yaptığı gibi kardeşinin ellerini tutup sıktı. "Hazır mıyız?" Bu gecenin, dikkat çekici güzelliği ya da göze batan özellikleri olmadığı için sevineceği nadir anlardan biri olacağını düşünen Zeynep, başını olumlu anlamda salladı. "Kesinlikle hazırız." Buse kapıdan çıkmak için öne geçtiğinde açık pembe şifon etekleri arkasında uçuştu. Göğüs kısmı parlak taşlarla süslenmiş straples elbisesinin boyu annesinin de öyle olmasında direttiği gibi ölçülüydü. Böylelikle kızı erkeklerin iştahını kabartan küçük bir kadın gibi görünmek yerine, yeni açmaya hazırlanan bir goncanın tazeliğini yansıtacaktı. Sarı saçları iri dalgalar halinde sırtının aşağılarına uzanıyordu. Hafif topuklu ayakkabılarından boynuna taktığı kalp şeklindeki pembe pırlantandan ışıl ışıl kolyeye kadar her şeyi ile son derece zarif ve kaliteli görünüyordu. Zeynep'in kalbi bir kez daha Kaan'ın bir prenses aramadığını düşünerek üvey ablası için burkuldu. Aşağıya indiklerinde misafirlerin gelmeye başladıklarını gördüler. Babası, baldızı ve onun kocasıyla sohbet ederken bir yandan da her yeni gelen konuğu karşılıyordu. Emel Hanım onun yanındaki yerini alırken kızların geldiğini söylemiş olacaktı ki Koray bir anda bakışlarını onların bulunduğu tarafa çevirdi. Buse'ye bakınca gururla aydınlanan yüzünden de anlaşılıyordu ki kızının görüntüsünden memnun kalmıştı. Bunu fark eden Zeynep'in içini huzursuzluk kapladı. Öz babası olmasa da Koray'ı çok seviyor, onun da kendisiyle gurur duymasını öyle çok istiyordu ki. Zaten öz babasını tanımadığı düşünülürse tanıdığı ve benimsediği tek baba Koray'dı. Adamın bakışları nihayet ona çevrildiğinde gözlerinde yoğun bir şefkat ve sevgi belirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beni Buna Zorlama
Romance"Birbirimiz için yaratıldığımızı ne zaman kabul edeceksin?" "Asla! Sen ve ben... o kadar farklıyız ki!" "Ah evet evet biliyorum şu klişeler değil mi? Gündüz ve gece, siyah ve beyaz, ay ve güneş gibi bir sürü benzetme yapacaksın." "Hayır, öküz ve tre...