7. Bölüm

495 77 32
                                    

Kendini sarsıntıya hazırlamıştı kollarını kum torbasına sıkı sıkı sarıp nefesini tutarken. İlk vuruş onu biraz geriye attı. Kum torbası çok minimal bir şekilde hareket etmişti ancak kum torbası yine de yumrukları sandığı kadar şiddetli hissetmemesine yetecek kadar sağlam ve dayanıklıydı. Torbanın arkasına konumlanan Seokjin Jeongguk'un dövüş yeteneklerini yalnızca kısmen görebiliyordu. Yumrukları hızlıydı, yıldırım kadar hızlı ve bir o kadar da sessiz. Hala galada giydiği gömlek vardı üzerinde, takımının ceketi dairesinin girişindeki kapının önüne çoktan terk edilmişti.

Vardıklarında Jeongguk beklemedi bile, nereye gittiğini açıklamadı bile. Seokjin yine de takip etti. Neden ettiğini bilmiyordu, Jeongguk için endişelendiği için mi yoksa merakına yenik düştüğü için mi. Üst kata çıkan merdivenlere ulaşana kadar koridorda ilerlediler ve Jeongguk yukarı çıkıp ışıkları açtığında ev içi bir spor salonunu ortaya çıkarmıştı. Bir duvar tamamen ayna ile kaplıydı ve ışıklar yandığında onların yansımasını ortaya çıkarmıştı. Seokjin'in bakışları aynadaki bu yansımaya düştüğünde fark etti ki internette gördüğü fotoğraflar haricinde ilk kez Jeongguk'la kendini yanyana görmüştü. Şimdi önünde duran bu görüntü sadece ikisinin olduğu ilk ve tek görseldi, bir başkasına ait olmayan. Jeongguk tek kelime etmeden kravatını boynundan çekip yere bırakana kadar, izleyebildiği kadar izledi.

Jeongguk ona hiçbir şey söylemedi. Gitmesini ya da kalmasını istemedi. O yüzden Seokjin kalmıştı. Ağırlıklardan birinin koltuğuna oturup odanın diğer ucundaki kum torbasına yürüyen Jeongguk'u izledi. Savurduğu ilk yumruk çıplaktı. Eldivensiz, sargısız. Ve parmakları kum torbası ile buluştuğunda ikisi de yüzünü buruşturdu, Jeongguk sessiz bir nefes çekti içine acıyla. Her ne hissediyorsa, ona rağmen omuzları sergiden çıktıkları ana kıyasla daha gevşemiş duruyordu.

Bir süre hiçbir şey olmadı. Jeongguk'un nefesi zorluk çekiyormuş gibi çıkıyordu. Ellerini gözlerinin kenarlarına getirip parmaklarını bastırdı. "Kusura bakma," dedi.

"...Ne için?"

"Seni korkuttum mu?"

Seokjin şaşırmıştı. "Hayır."

Jeongguk neden bunu sorduğunu açıklamadı. Bir süre Seokjin'i izledi, bakışı sabitti ve Seokjin'in yalan söyleyip söylemediğini anlamaya çalıştığı açıktı. Sonra, neredeyse tatlı bir tavırla "Kızgın değilim. Tamam mı?" dedi.

"Tamam."

Sonra, daha fazla konuşmadan, Jeongguk ellerini sarmaya başladı ve ardından eldivenleri taktı. Torbanın önünde durdu ve ellerini kaldırdı ancak tekrar vurmaya başlamadan önce Seokjin sordu-

"Yardım edebilir miyim?"

Yumrukları sert ve tekli olarak başlamıştı. Şuraya ağır bir yumruk, ve duruş, ardından buraya ağır bir yumruk. Bir süre, birlikte hızlıca uyum sağlayıp başarılı olmuşlardı. Üst üste üç yumruk. Dört. Bir kombo. Tüm bu süreç esnasında bir yerde Seokjin gözlerini yumdu. Yumar yummaz da yumruklar durdu. Gözlerini açtığında, önce birini ardından diğerini, Jeongguk yine Seokjin'i izliyordu.

"Sana vurmayacağım," diye mırıldandı. "Gözlerini açabilirsin."

"Kim bana vuracağını düşündüğümü söyledi? Denesen bile yapamazdın."

Jeongguk sırıttı. Rahatşayışının ilk belirtisiydi ve Seokjin buna neden olan kişi olduğu için minnettardı. "Korkmadığına emin misin?"

"Senden korkmam mı gerekiyor? Çok tatlısın. Yavru köpek gibi."

"Sivri dişleri olan belki."

"İyi, o zaman… beni ısırma."

Hemen ardından, kendine engel olamayıp sözcükleri neredeyse ağzından kaçıracakken, Jeongguk 'Söz veremem.' diye bir cevap düşündü. Ancak kurallarını hatırladı, Yesong'u hatırladı ve onun yerine yalnızca gülümseyip kum torbasına devam etmekle yetindi. Tekrar nefes alana kadar, geçmişi ve hatta geleceği düşünmeyene kadar, ellerini hissetmeyene kadar, kendini tüketene kadar devam etti. Ve ancak bir yumruk daha atamayacağına emin olduktan sonra eldivenleri çıkardı.

Kendini alt kata sürükledi ve Seokjin arkasından gitti. İkisi için dolaptan birer şişe su aldı. Kendi şişesini daha dolabın kapağını kapatmadan kafaya dikmişti. Koltuğa oturmaya gittiklerinde Seokjin kendi koltuğuna çöktü Jeongguk yere oturup sırt üstü uzanır ve bir kolunu gözlerinin üzerine atarken.

“…Imm?”

"Beni sorgulama," dedi Jeongguk. "Ben rahatım."

"Eğer öyleysen."

Nefes alıp verişleri, buz dolabının çıkardığı kısık ve sabit ses ve Seokjin'in ara ara şişesinden aldığı yudumlar hariç sessizdi oda. Yalnızken, Jeongguk sessizlikle mümkün olan en basit yol ile baş etmeye çalışıyordu. Ya televizyon ya da müzik açıyordu. Sessizlik, son derece güzel olabilmesinin yanı sıra, ızdırap gibiydi insan yalnızken. Sessizlikte, her türden şey kükremeye başlıyordu.

Gözlerini açmadan sessizliği bozdu: "Konuşabilir misin?"

"...bana hakaret etmeye mi çalışıyorsun? Çünkü yeterince başarılı değil."

"Hayır. Konuşur musun? Şu an?"

"Neyle ilgili?"

"Fark etmez. Ben sadece… konuş, lütfen?"

"Peki, tamam, yalvarmana gerek yok… Imm… Bir köpeğim var. Bir corgi. Adı Alakasız."

"Benim için değil," diye mırıldandı Jeongguk.

"Hayır, yani, onun gerçek adı bu."

"Adını Alakasız mı koydun?

"Komik olur diye düşünmüştüm."

"Zavallı köpek…"

"Konuşmamı istiyor musun istemiyor musun?"

"...Devam et."

"Teşekkürler," dedi Seokjin ve bacaklarını altına alıp şişesinin kapağıyla oynamaya başladı. "Teknik olarak benim en yakın arkadaşım… ve onu çok özlüyorum."

"Seninle yaşamıyor mu?"

Seokjin başını iki yana salladı. "Tam ne olduğunu bilmiyorum, gerçekten. Hayat değişti. Beklediğimden daha hızlı. Ve şimdü çok yoğunum. Şimdi ailemle kalıyor. Ama birgün onu geri alacağım, annemden kurtaracağım. Ona sürekli şu korkunç kazaklardan giydiriyor," Seokjin şimdi özlem doluydu. Geçmişte kaybolmuştu geride bıraktığı şehri, ailesini, arkadaşlarını düşünürken. Onun için üzücü olan şey, şu an sahip olduğu bu hayatı bir zamanlar deli gibi isterken öncesinde sahip olduğu hayattan neler kaybedeceğini düşünmemişti.

Yan bir şekilde uzanana kadar kaydı koltukta, bir elini yanağının altına koymuştu. "Hep en anlamsız düşüncelere sahip, annem. Ama tatlı biri. Onu da özlüyorum. Beni her gün arıyor, telefona bakamadığımda bile, onu geri aramayı unuttuğumda bile… Ve sanki… Bilmiyorum. Bazen eve dönmek istiyorum, böyle, deli gibi. Ama sonra eğer buradan ayrılırsam, pes ettiğim için kendimden nefret edecekmişim gibi geliyor… Sanırım kendimden zaten nefret ediyorum…"

Son kelimeler onları geri tıkamadan kaçıvermişti dudaklarından. Söyledikten sonra donakaldı ve Jeongguk'a baktı. Hala bir kolu gözlerinin üzerinde yatıyordu ancak nefesi düzelmişti, göğsü ritmik bir şekilde yükselip alçalıyordu. Uyumuştu. Seokjin gülümsedi biraz ve tavanı izleyene kadar döndü. Sözcükler dökülmeye devam ediyordu. Belki, diye düşündü, sadece konuşmak, boğulana kadar bu sözcükleri geri yutmamak iyi geliyordu. "İki tane çok kötü durumun arasında gibiyim. Ya kendimden nefret edip ailemin, arkadaşlarımın, ve bana benim onları önemsediğimden daha fazla değer verdiğini bildiğim insanların olduğu yere, eve döneceğim. Ya da burada kalacağım, her ne kadar dışlanmış ve izole hissetsem de. Gerçek şu ki, Jeongguk, olaylar bu şekilde geliştiği için mutluyum… Ama çok yalnız hissediyorum. Her zaman. Seninle, menajerimle, yüzlerce insanın hareket halinde olduğu sette bile…" Seokjin kupkuru bir şekilde güldü. "Çok komik… Hayatımın binlerce insanın beni izlediği bir dönemindeyim ve kendimi hiç bu kadar görünmez hissetmemiştim."

İç geçirdi, saçını geriye attı. "Burası da korkutucu. Yani… demek istediğim, korkunç bir film gibi değil. Sadece kime güveneceğimi bilmiyor gibi hissediyorum. Chansung'a güveniyorum, yani. İlk günden beri benimle. Ancak benimle konuşan her insan sanki benim bir parçamı istiyor gibi ve ben onlara istediğini vermekten pek de emin değilim, bilirsin?... Sanki," Midesinin tam ortasında bir ağırlık oluştu ve varlığı vücudunun geri kalanına insanı titretecek ağrılar gönderiyordu. Düşüncesi bile midesinin bulanmasına yetiyordu ancak bir kez daha sessizliğin içinde boğulmak istemedi.

"Choi Ha-il. Hep çok iyi biri olduğunu düşünmüşümdür. Beğendiğim yönetmenlerden biriydi ve filmleri için gerçekten heyecanlanırdım. Ama sonra onunla tanıştım. Ve… Sanırım… Ondan nefret ediyorum. Bugüne kadar kimseyle onun benimle konuştuğu şekilde konuşmadım. Mağazada çalışırken bile. Sana bir sır verebilir miyim?" Kimseye sormamıştı ve almayacağını bildiği bir cevabı bekleme zahmetine de girmedi. "İlk gün beni ağlattı. Ağladım. Bugüne kadar hiçbir yönetmen bana bunu yapmadı, senaryo dışında. Ve çok aptal hissettim… Ben de güçsüz değilim, Jeongguk. Olmadığımı biliyorum. Ama… o bana kendimi çok küçük hissettiriyor."

Elleriyle yüzünü ovdu yüzündeki ifadeyi avuçlarının arkasına saklamak ister gibi ve başını iki yana salladı. "O sete geri döndüğümde ne yapacağımı bilmiyorum. Her gün beni uçurumun kenarına daha, daha itiyor ve düşmeden önce daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Hani… Geçen gün bana dokundu… Oraya değil. Sadece yüzüme. Bacaklarıma… Çıplak bir sahne çekmek zorunda olduğumu söyledi-sadece çıplak değil… kan donduran, solo bir seks sahnesi. Teknik olarak hayır diyebileceğimi biliyorum, sadece-o herkesi avucunun içine almış. Eğer ona hayır dersem, ilerleyen aşamada herkes bana hayır diyecek. Senaryoda bile yoktu bu sahne. Böyle bir şey ortada yoktu… Sanki beni küçük düşürmek istiyormuş gibi hissediyorum."

Seokjin ellerini yüzünden çekti ve keskin bir nefes aldı. Tekrar tavana baktığında görüşü bulanıklaşmıştı. Nedenini algılayamadı.

"Üstesinden gelmem gerektiğini biliyorum. İnsanlar her zaman böyle iğrenç şeyler yapıyor. Ben sadece… Bilmiyorum. İki gündür yüzümü ve bacaklarımı keseliyorum ama onu hala üzerimde hissedebiliyorum."

Ardından Seokjin sessizleşti.

Göğsü hem daha hafif hem daha ağır hissediyordu. Hafifti çünkü Chansung'a söylemek istediği, söylemeye çalıştığı ancak başaramadığı her şeyi söylemişti. Ancak ağırdı çünkü şimdi her şey daha gerçek ve gözler önündeydi. Yarın oraya gitmek ve o sahneyi çekmek zorundaydı. İstese de istemese de.

"Kıyafetlerini çıkarmıyorsun."

Seokjin Jeongguk'un sesiyle yerinden öyle bir sıçradı ki neredeyse koltuktan düşecekti, eli hemen kalbine uzandı. Yanakları kızarmıştı hafiften. Tanrım, tüm insanlar arasında Jeon Jeongguk'a sızlanması ne kadar acınasıydı?

Jeongguk'un ne demek istediğini birkaç saniye sonra algılayabilmişti. "Yapmak zorundayım."

Bunun üzerine Jeongguk kolunu çekti. Bakışlarını direkt olarak Seokjin'e çevirdi ve ikisi de çıplak hissedene kadar dikkatlice ona baktı. "O sahneyi çekmek istiyor musun Seokjin?"

Dehşet. Düşüncesi bile neredeyse titremesine neden olmuştu. "Hayır."

"O zaman çekmeyeceksin," Jeongguk gözlerini kapatıp bir kolunu tekrar üzerine kapattı. "Bu kadar basit… Eğer istersen burada uyuyabilirsin. Yatağım bana fazla yumuşak geliyor ama sen muhtemelen seversin."

Bu fikir güzeldi. İnternette kendi ve sahte ilişkisiyle ilgili yapılan yorumları okumadığı, yalnız olmayan bir gece geçirmemeyi isterdi sahiden. "Sen nerede uyuyacaksın?"

"Ben böyle iyiyim."

"...Yatağını senden alamam."

"Sen burada olsan da olmasan da yerde yatacağım."

"...Ve erkek arkadaşın?"

"Yatağımda uyuyabileceğini söyledim seni o yatakta becereceğimi değil."

Arkasından gelen sessizlik ani ve keskindi. Odadaki tüm havayı içine çekmiş gibiydi.

"Özür dilerim," dedi Jeongguk. "Bu şekilde söylememem gerekirdi. Özellikle o götle baş etmek zorunda kaldıktan sonra."

"Sorun değil."

"Sorun. Özür dilerim."

"...Yatağı alacağım."

"Tamam. Dinlen biraz."

"Sen de… Teşekkürler Jeongguk."

Seokjin koltuktan kalktı ancak koridora doğru birkaç adım attıktan sonra geri döndü. "Yatak odanın nerede olduğunu bilmiyorum."

***

Sabah, Eunwoo ile olan sahnesinin provasının ortasındayken, ikisi de sette ayakta durup Ha-il ve yardımcı yönetmenin sahnenin üzerinden geçişini dinlerken, Seokjin korkudan titriyordu. Oturduğunda bacağını aşağı yukarı, aşağı yukarı sallıyordu. Ayaktayken de sürekli ileri geri yürüyordu. Makyaj koltuğunda otururkense tırnaklarını ve tırnak etlerini ısırıyordu. Sahnenin yalnızca birkaç prova uzağında olduğunu biliyordu ve hala nasıl altından kalacağına dair hiçbir fikri yoktu.

Daha önce, bırakın kamera önünde mastürbasyon yapmayı, hiç çıplak bir sahne bile kaydetmemişti. Ve orada onu izleyen insanlar olacaktı. Set ekibi, diğer oyuncular, asistanlar-hepsi küçük düşürülüşünün sonsuza kadar kayıt altına alınışını canlı canlı izleyecekti. Midesi düğüm düğümdü ve her ne kadar uğraşsa da bir türlü çözemiyordu bu düğümleri.

Ancak tam onlar çekime hazırlanırken -Kamera hazır?- birden kapı açıldı ve gün ışığı içeri sızdı. Setin sesi kesilmişti, herkes susup gergin bir şekilde Ha-il'in öfke nöbetine hazırlamıştı kendini. O, şüphesiz, küfürler yağdıracak, herkesi suçlayacak ve ona ilk kim bakarsa ona sözsel olarak saldıracaktı. Onların da bakışları aynı zamanda kapıdaydı ve Ha-il'in sinir krizinden sonra bir daha asla eskisi gibi olmayacak olan yüzü görmek istiyordu.

Herkes, Seokjin kadar olmasa da, içeri girenim Jeongguk olmasına şaşırmıştı. Menajeri, setinden biri ya da bir arkadaşı yoktu yanında. Orada tek başına duruyor ancak bir grup insanla aynı önemi taşır gibi duruyordu. Kendini gösteriyor, kalabalıktan ayrılıyordu. Odayı etkisi altına almıştı. Ve sadece ama sadece Seokjin'e bakıyordu. Direkt olarak ona yürüdü ve tam önünde durdu. Ona ait olan sandalyede oturan Seokjin ise Jeongguk ile göz göze gelmek için başını geriye atmak zorunda kalmıştı.

"Selam?"

Jeongguk gülümsedi, bir elini Seokjin'in omzuna yerleştirdi. "Selam. Bu sadece bir dakikamı alacak, tamam mı?"

"Ne bir dakikanı-?"

Soru tam bir cümleye dönüşemeden Jeongguk arkasını döndü. Sırtı Seokjin'e dönükken Seokjin yüzündeki ifadeyi, diğer herkesin gördüğü donukluğu görememişti. Duyduğu tek şey, konuşmaya başladığında sesindeki hafif gülümsemeydi.

"Ha-il. Seninle biraz yürüyelim?"

Herkesin en son beklediği şey Ha-il'in tutulmuş ve sessiz bir şekilde Jeongguk'a bakması ve sonra yavaşça koltuğundan kalkmasıydı. Jeongguk'un önden yürümesini bekledi ve arkasından onu takip etti. Tüm bu süreç boyunca başı önündeydi. Eunwoo bilinçli olarak Seokjin'le göz göze geldi ancak Seokjin'in ona sunabileceği hiçbir açıklama yoktu. Yapabildiği tek şey belirsiz bir şekilde, sessizlik içinde beklemekti.

Geri döndüklerinde, Jeongguk Seokjin'e bu gece görüşeceklerini söyledi ve Ha-il tek kelime etmedi. Tüm çekim günü boyunca Seokjin'e musallat olmadı, zorunda kalmadıkça ona çok bir şey söylemedi. Tüm günü çıplak sahnenin konusu hiç açılmadan tamamladılar. Ve bir daha bu konu asla açılmadı.


Ç/N:

Let's get this bread 🔥✨

Taaffeite Moths | JINKOOK (Çeviri)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin