TANIŞMA

3.2K 8 0
                                    

                             Genç kız, sıkıntıyla pencereye doğru ilerleyip dışarısını seyrediyor. Bir yıldır yaşadığı bu yere hala tam da alıştığı söylenemez. Sırf geçmişi geride bırakmak adına gelmişti buralara. Her ne kadar ailesi çok uzak bir yer olduğunu söyleyip kendini caydırmak istese de vazgeçmemişti. İçinde yaşadıklarını kimse bilemez çünkü. Farklı bir yere ihtiyacı vardı yarasının iyileşmesi için. Gerçi her yer aynıydı kendisine. Yeter ki geçmişinin olmadığı bir yere gitsin! Burası, yeni il olmuş, küçük bir şehir. Hareketli bir yaşam da yok burada. Sınıra yakın, biraz da unutulmuş, sakin görünümlü, ufacık bir yer. Kendisi gibi farklı yerlerden bir iki arkadaşı da olmuştu kısa zamanda. Gündüzler çalışmakla geçiyor, akşamlar yeni güne hazırlanmakla. Ama, hafta sonları yapacak bir şey bulmak zor. Edindiği bir iki arkadaşının sevgilileri olduğu için, onların baş başa kalma isteklerini haklı buluyor. Arada bir kendini de dahil ettikleri planlara katılıyor. O hafta sonunda da ne yapacağını bilmeden bekliyor, arada bir penceresinden çok da hareketli olmayan şehrin akışını seyrediyor. Hepsi o kadar, gayet sakin bir hayat sürdürdüğü için de geçmişi durmadan aklına takılıp duruyor:''Acaba şu an ne yapıyor? Evlendi mi? Beni unuttu mu? Belki beni özler ve arar mı?'' gibisinden acısını durmadan deşen sorular sıralanıyor kalbinde. Bu illetten nasıl kurtulacağını kendisi de bilemiyor. Yedi kocaman yılın ardından hiçbir şey olmamış gibi nasıl yola devam edilir? Tam bu sırada telefonun sesi düşüncelerini bölüyor kızın. Meraksızca yaklaşıp telefona ahizeyi kaldırıyor:

-''Alo! Ne haber Sevilay?! İyiyim. Ne? Neden?'' ardı ardına saydığı sorular aslında kendisine de anlamsız geliyor ve uzatmıyor, görüşme kısa sürüyor. Sevilay, kendisini evine davet ediyor da bu aslında hafta sonu için normal değil. Neden ve Niçin sorularının nedeni tam da buydu zaten. Daha önce birkaç kere çıtlatmıştı arkadaşı kulağına:'' Biri varmış, kendisiyle tanışmak istiyormuş, iyi bir ailedenmiş, falan filan ....'' Şu günlerde yeni birisi hiç de dikkatini çekmiyor çünkü. Tüm benliği ile hala geçmişine bağlı ve hala onu seviyor. Az önce gelen telefon da daha önceki kulağa çıtlatmanın bir ısrarı idi. Sevilay epey bir zorlamıştı ama, hiç de içinden gelmiyor gitmek. Bekar evinin en nadide eşyası kanepesine atıyor kendini, boylu boyunca uzanıyor. Gözlerini tavana sabitliyor. Şimdi evlenmiş ve çok mutlu olabilirlerdi. Düşündüğünden zayıf çıkmıştı genç adam. Kendi bildiği en önemli şey, insan sevdiği için her zora direnebilmeli ama, o daha ilk aile baskısında bırakıvermişti kendini. Oysa sağlam kalesiydi sevdiği. Şimdi o kalenin enkazından çıkmaya çabalıyor. Ve en önemlisi hala onu severken bir başkasıyla nasıl olabilirdi? bunun olacağına kendisi de inanamıyor. Tekrar duydu telefon sesini. Önce açmak istemedi, bekledi kesilir diye. Tekrar Sevilay'ın aradığından adı gibi emin. Bu inatlığa telefonun ısrarlı çalışı kafa tutuyor, bir türlü kesilmek bilmiyor. Sert bir hareketle açtı telefonu:

-''He Sevilay dinliyorum seni! Dinliyorum da bu senin dediğin olmayacak bir şey! Ne yani! Birbirimizi görsek ne değişecek ki? Sakın! Sakın buraya gelmeyin! Tamam tamam, kısa bir süre için ben uğrarım size. Haydi görüşürüz!'' deyip adeta telefonu arkadaşının yüzüne kapıyor. Çünkü böyle ısrarları sevmiyor. Bir de işe bakın ki gitmezse onlar gelecekmiş! Daha neler! Tekrar kanepeye uzanıyor, ağırdan alıyor her şeyi. Kim onun yerini tutabilir ki?! Aynı sevgiyi yeniden yaşaması imkansız. Ancak bir ailesi olsun düşüncesi ile tanışabilirdi yeni biriyle. Onu sevip sevmemesi önemli değildi ki! Sonra çocukları olurdu, onlarla avunup giderdi. Çocuğunun olması düşüncesi hoşuna gidiyor. Ama, bir emin olabilse onun geri dönmeyeceğinden. Bir yıl geçmişti ve hiçbir haber alamamıştı ondan. Bir yıl onu aramamak için direndikten sonra kararlı bir tavırla doğruluyor yerinden, telefona uzanıyor ve arıyor:

-''Merhaba, iyi günler! Kaya Bey ile görüşebilir miyim? Ben üniversiteden bir arkadaşıyım. Anlıyorum....ya....evet... Bu duraklayarak ettiği sözcüklerin arasında duydukları kendini yeniden savuruyor. En sonunda iyi günler dileyerek bitiriyor görüşmeyi. Kalbinin hiç bu kadar hızlı attığını duymamıştı o güne dek. Kalp atışını kulaklarınde ve beyninde hissediyor. Ama, bu önemli değil. Evlenmişti ha! Demek ki ayrıldıklarından hemen sonra evlenmişti o. Bir de kızı olmuş bu bir yıl içinde. Geçenlerde babasını kaybetmiş, üzüntülüymüş, torununu görememiş fan filan... Birden aklına, beraber kurdukları çocuk düşü geliyor. İkisinin bir çocukları olacaktı hatta, adı bile hazırdı. Beraber  mutlu yaşayacaklardı. ''Sen nasıl bu kadar alçak olabildin!'' diye söylendi sinirle. Bir elini yumruk yapıp sertçe duvara vuruyor, canının acısını hissetmiyor bile. Yine ısrarla çalan telefon sesi bölüyor öfkesini. 

-''Alo! Tamam Sevilay geleceğim,tamam!'' deyip hızla bırakıyor telefonu yerine. Aklında ise hala aynı sorular:'' Nasıl yapabildin nasıl?! Seninle dolu dolu geçen o yılların hiç mi hatrı yok? Beni hiç mi sevmedin? Nasıl böyle kolayca benden geçebildin? Nasıl nasıl?!'' Gözlerinden dökülen yaş değil, öfkeydi o an. Dudaklarını ısırıyor o sinirle. Krizlerde insan pek mantıklı düşünemez ama, bir şey olmalı ki şu sancılı hastalıktan kurtulsun. Olduğu yere çöküyor, başını iki eli arasına alıyor ve bir süre olduğu yerde ileri geri sallanıyor şuursuzca. Sonra arkadaşı Sevilay'ın haklı olabileceğini düşünüyor. Belki de iyi bir insandır. Onunla geçmişi ardında bırakabilir, bunu kesinlikle denemeli. Hem sadece tanışacaklar, hemen nikah masasına oturmayacaklar ya! Anlaşamazsa da herkes kendi yoluna. Artık çevresini ören keder kozasından kurtulmalı. Tek dürüst kendisi mi kalmıştı bu dünyada?! Yaralarını sarsın, bir evi, çocukları olsun yeter. O iyi olursa zamanla onu sevebilirdi bile. İşte o vakit huzurlu yuvasında kocası ve çocukları ile mutlu yaşayıp giderdi. Bu düşünceler aklına yatıyor. Odasına geçip bir jean bir tişört seçip giyiniyor. Saçlarını da rastgele, özensizce tarıyor ve başlıyor macerasına. Sevilay'ın evi iki sokak aşağısında, sevgilisi ile beraber kalıyorlar. Ağır adımlarla, yolu mümkün olduğunca uzatmaya çalışıyor. Her ne kadar gerçekleri öğrense de içindeki o garip ses ''Yapma!'' diyor kendisine. Hem neden yapmayacaktı?! Bu devirde kim kimi düşünüyor?! Herkes çıkarına göre bir yolda ilerliyor. Şimdi kendisi de bir parça duygusuz, bir parça çıkarcı olabilir. Bunun için geç bile kalmıştı hatta. İçinde kabaran öfke ile adımları hızlanıyor. Ve Sevilay'ın oturduğu apartmanın önüne varıyor. İkinci katın ziline hafifçe dokunuyor. Sanki arkadaşı kapıda bekliyor gibi kapı hemen kapı açılıyor. Aynı garip ruh hali ile merdivenleri çıkmaya başlıyor. Bir yavaş bir hızlı. Sevilay, iç kapıda sabırsızlıkla misafirini bekliyor. Yüzünde neşeli bir gülümseme:

-''Nerede kaldın kız?!  Az daha gelmesen biz geliyorduk! Oğlan seni bekliyor kaç saattir! Gel içeri!'' diyen arkadaşı, kendisinden daha heyecanlı. Adımları geri gitmek istese de onlara söz geçiriyor ve salona geçiyor genç kız. Önce Sevilay'ın sevgilisini görüyor, yanında da pek de albenisi olmayan başka biri duruyor. Silah zoruyla gelmiş gibi bir tavırla genç kız, ilerliyor. Sevilay'ın sevgilisi Mahmut:

-''Hoş geldin Meltem! Bu arkadaşım Hüseyin. Hüseyin bu da Meltem!'' sözleriyle kısa tanışma faslını yapıyor. Hüseyin Meltem'i, Meltem Hüseyin'i süzüyor bir süre. Tanımı imkansız bir gerginlik yaşanıyor nedense. Mahmut, bu nedensiz gerginliği yumuşatmaya çabalıyor:

-'' Meltem amma nazlısın! Ne zamandır seni bekliyoruz!''

-''Yok be ne nazı! İş güç işte!'' derken Hüseyin'e dönüyor tekrardan. Onun ısrarlı bakışlarından kendini beğendiğini hissediyor. Peki, kendisi ne hissetmişti bu karşılaşmada? Hiç! Kocaman bir hiç! Aslında böyle olacağını da biliyordu genç kız. Kalbindeki sevgi bitmeden, kimi alıp onun yerine koyabilirdi ki?! İlk anın geriliminden sonra, Meltem oturduğu koltuğa yaslanıp Hüseyin'i inceliyor. Orta boylu, hafif göbekli, alnındaki saçlar seyrelmeye başlamış biri, en önemlisi genç kıza kırk kat yabancı birisi. Hüseyin de bir şeyler bulup konuşmakta zorlanıyor ilk anlarda. Sevilay ve Mahmut durumun farkında, durmadan bir şeyler anlatıyorlar. Hüseyin'in bakışları Meltem'de, Meltem ise kimsenin anlayamadığı bir alemde. Meltem için için kendine kızıyor. Neden sanki buraya gelmişti? Ne olacağı belli değil mi? Bu düşünceler yüzüne yansıyor kızın. Kaşları çatılıyor, ciddi bir duruş gelip yerleşiyor kızın yüzüne. Asırlar kadar gelen yaklaşık bir saatin ardından Meltem, evine dönmek için kalkıyor yerinden. Tüm ısrarlara karşı koyup, eve dönmesi gerektiğinde inatçı. Kendisini az çok tanıyan arkadaşı Sevilay bırakıyor önce ısrarı:

-''Tamam nasıl istersen! Sonra görüşürüz!'' diyor ve Meltem'i evine uğurluyor. Meltem, aynı tutarsız adımlarla yürüyor ama, oradan çıkınca rahatlamış hissediyor. Yok yok! Bu zaten olmayacak bir iş! Rahatlığın sakinliğinde evine varmaktan mutlu Meltem. Çantasını koltuğa fırlatıyor, canı kahve istiyor birden, mutfağa geçip çaydanlıktaki suyun ısınmasını bekliyor. Telefonun sesini duyuyor yeniden. Sevilay olduğunu düşünüyor ama, Hüseyin'in sesini duyunca donakalıyor yerinde. 

-''Bilemiyorum... şu an bir şey diyemem...'' gibi yuvarlak cümlelerle geçiştiriyor onu. Ardından düşünüp kalıyor:''Bu ne şimdi?! Daha tanışalı iki saat olmadan! Mantığa sığar bir yanı yok. Gidip koyu bir kahve yapıyor kendine. Düşüncelerinde kararlı. Sorunları arttırmanın gereği yok. Hüseyin Bey bir süre bekleyebilir...


SENDEN SONRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin