Langa'nın favori Spider-man'i Tom Holland'dı.
Şaşırmamak lazım gerçi, ben ona soruyu yönelttiğimde yüzünde oluşan ifadeden belliydi. Bu cevap o gün moralimi bozmuş olsa da dediğim gibi kıyameti kopartma kısmına henüz gelmemiştik. Ben sadece yeni aktifleşen bir volkandım ve Langa daha çabuk patlayayım diye yüzeyime kadar lav dolduruyordu. Aslına bakarsanız, sanırım en sakin ve huzurlu zamanlarımızdı Langa'yla, tabii bunu henüz fark etmediğim için değerini bilememiştim.
Sonraki bir hafta Langa'yla sosyalleşme çabalarım sürdü. O da beni kısa kısa cevaplar vererek geçiştirdi. En sonunda pes ettim ve hayatıma devam etmek istedim. Kasaba'da S adı verilen, illegal bir kaykay yarışı olayı vardı. Gece 12'den sonra başlardı, en iyi kaykaycılar birbiriyle yarışırdı. Lisenin ilk yılında keşfetmiştim S'i, o zamandan beri de bırakamayacağım bir alışkanlık hâline gelmişti, ondan hep gelirdim buraya. O gece de gittim. Okuldan sıkılmıştım, her şey fazla monotondu ve hayatıma biraz heyecan gerekiyordu. Kafama esti, o gece benim de katılasım geldi yarışlara. Rakibim Shadow'du, zaten kendisiyle fırsat buldukça durmadan atışırdık, karşı karşıya gelmemiz insanları şaşırtmak yerine daha da gaza getirmişti. Kaykayıma asılmış yarışın başlamasını beklerken duyabiliyordum tüm o tezahüratları. Geri sayım bitti, yarış başladı.
Shadow bana başlangıçtan bir güzel fark atıp öne geçtiğinde asılan suratımla kaykayı olabildiğince hızlandırmaya baktım. S'e genelde böyle ter içinde bırakan yorucu yarışlara katılmaya gelmezdim. Yani, gelirdim ama o iş biraz eskide kalmıştı diyelim. Artık sadece izlemeye, analiz etmeye geliyordum, tabii Shadow beni kışkırtına kadardı bu. Uyuz adam, beni nasıl provoke ettiyse kendimi uzak durmaya yeminli olduğum yarışlardan birinin içinde bulmuştum. Ayağımla yerden olabildiğince güç alarak parkurda ilerliyordum. Shadow ortalıkta görünmüyordu. Muhtemelen bitiş çizgisine çoktan yaklaşmıştı bile. Normal şartlarda moralim altüst olabilirdi ama malımı biliyordum. Ardından gelmeyeceğimi farzedip salacaktı kendini.
Dediğim gibi de oldu. Ben hızlandıkça o yavaşladı, böylece ona yetişmem hiç de zor olmadı. Ondan sonraki birkaç saniye, her ne kadar yıllar gibi hissettirmiş olsa da, oldukça çekişmeli geçmiş, birbiriyle sürtüşen kaykalarımızdan çıkan gıcırtılı ses kulaklarımı tırmalamıştı.
Bitiş çizgisini aynı anda falan geçmiştik sanırım. Ama bağırılan benim adımdı. 'Reki Kyan, yenmiş Shadow'u.' böyle diyordu herkes. Zaferle birlikte yüzü düşmüş olan Shadow'a bakıp sırıttım. Sinir olacağını biliyordum, ama kafam o anda mızmızlanmalarını kaldıracak açıklıkta değildi, o yüzden bir şey söylemesine fırsat vermeden kaykayımı S'in çıkışına doğru yönlendirdim. Eve doğru yolumu alırken biraz da kasabayı izlemeyi ihmal etmemiştim tabii ki. Geç saatte sesssiz sedasız sokakları izlemek beni hem korkutur hem de hoşuma giderdi. Yine de bir şekilde yapardım bunu her seferinde.
Yolun sonunda görünmeye başlayan evimi görünce rahatlamış hissettim. Ev, benim için gerçek bir yuvaydı, babam yanımızda olmasa da annem ve kız kardeşlerim aile ruhunu dibine kadar hissetmemi sağlıyordu. Tanıdık bir sıcaklık içimi kaplarken kapıya geldiğimi fark edip kaykadan indim. Sessizce aralıktan eve süzülürken herkesin uyuyor olduğunu umuyordum.
Takdir edersiniz ki canım annem geceleri illegal kaykay yarışlarına katılıp benden yaklaşık olarak yirmi yaş büyük adamlarla yarıştığımı bilmiyordu. Bilse kalp krizi geçirirdi muhtemelen. Kız kadeşlerim de aynıydı. Biri uyanıp beni bu sıfatla kapıdan içeri girerken görse söyleyecek tek kelimem olmazdı. Bu yüzden hole her girdiğimde herkes uyuduğu için yukarıdakine şükranlarımı sunardım.
Yine öyle bir gündü, yine o çok sevgili Tanrı'ya yalnızca işim düştüğünde tapınıyordum. Ama o gün, yeniden, farklı bir şey oldu. Amerikan tipi mutfağımızın ortasındaki masada birkaç defter ve üzerinde de bir zarf ilişti gözüme. Pencereden vuran ay ışığıyla mükemmel bir uyum içinde aydınlanıyorlardı. Merak içinde kimden olduğuna bakmaya gittiğimde ise daha da şaşırdım. Zarfın arkasında zar zor okunur bir Japoncayla 'Langa' yazılmıştı. Zarfın içinden çıkan notta da aynı çarpık harflerle yazılmış kısa birkaç cümle vardı.
Tanrı Langa'dan sağ olsun, bakmış ki ben -aptal- defterlerimi bıraktım sallana sallana çıkıyorum okuldan, bana seslenmeye çalışmış ama pek oralı olmamışım galiba. O da çareyi her nasılsa ev adresimi öğrenip defterleri evime kadar getirmekte buluvermiş. Ne acayip. Ha bir de, aldığı gençlik dergisinden çıkan Andrew Garfield posterini de koymuş -bununla alakalı tek kelime etmemiştim, kâhin sanırım- çünkü kendisi istemiyormuş.
Hayır, ben anlamıyordum. Günlerdir kendisiyle konuşma çabalarıma soğuk yaparak cevap veriyordu ve bir gün rastgele bir şekilde evime gelip defter bırakıyordu? Gerçekten sinirlerime dokunuyordu şu an.
Yine de üstelemedim pek. Saat gecenin bilmem kaçıydı ve her yerimden uyku akıyordu, bedenim adeta 'Reki, lütfen artık yat zıbar,' diyordu. Ben de karşı çıkmadım. Notu zarfa geri koyup defterleri olduğu gibi bıraktım, merdivenleri yarı uyur hâlimle çıkıp kendimi yatağa attım. Normalde olsa asla üstümü değiştirmeden yatmazdım, bu konuda biraz fazla takıntılıydım ama o gün ne olduysa kıyafetlerimi çıkarmaya bile hâlim kalmamıştı. Kafamı yastığa koyduğum gibi uyumuştum sanırım. Aklımın bir köşesinde Hasegawa Langa ve tabii ki biricik aşkım Andrew Garfield'la.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
best spider-man, renga
Fanfictionlanga hasegawa'nın reki kyan'ı sinir (âşık) etme maceraları