1 NUMARALI PROBLEM: HAYATIN TA KENDİSİ

352 26 11
                                    

Lisenin son yılıydı.

Bilirsiniz işte; sınav heyecanı, güzel sandığımız ortamların bir nevi sonu, ayrılığın başlangıcı falan filan. Hepsi saçmalıktan ibaret bence. Sınavın heyecanı olmaz, sınava hazırlanırsınız girer çıkarsınız arada geçen süreç kimseyi ilgilendirmez, güzel ortam diye bir şey yoktur, külliyen yalan, ama o ayrılığın başlangıcında bir durmak lazım. Çünkü lisenin son yılı, bundan oldu bana.

Dediğim gibi, lisenin son yılıydı. Yoğun tempoyla geçmesi gerekirdi. Ama her nedense ilk gün okul kapısından içeri girerken o temponun hiç beklemediğim -ve hoşlanmadığım- bir yönde değişeceğini sezmiştim. Basitti, örümcek hisleri. Her zaman yaptığım gibi dolabıma yürüdüm, sınıfımı kontrol ettim ve sanki okul başlayalı aylar olmuşçasına rahat bir tavırla sırama kuruldum. Çantama sığmadığı için ucundan görünen kaykayım, başımdan bir gün annemin ameliyatla aldıracağını düşündüğüm bandanam ve saysanız bitmeyecek yara bantlarımla gerçekten istemsizce dikkat çekiyordum. Gelen geçen dönüp bir bana bakıyor, onaylamaz bakışlarla yoluna devam ediyordu.

Bu durum seni rahatsız etti mi, diye soracak olursanız da; zerre etmedi kardeşim. Ayaklarımın altında kaykayım varsa dünyalar her şekilde benimdi zaten, diğerlerinin düşünceleri ve bakışları beni ilgilendirmiyordu, insanların beklentisine göre yaşamamayı öğreneli uzun zaman olmuştu.

Hoca gelene kadar her şey normal seyrinde ilerledi. Sınıf yavaş yavaş doldu, birkaç -aslında birçok- kişiyle göz göze geldim ve 'ne ayak' bakışlarımla bir şekilde herkesi kaçırmayı yine becerdim. Sonra hoca girdi sınıfa. Ardından da o. Hasegawa Langa, suratsız, yarı Kanadalı değişim öğrencisi ve resmî olarak lise son sınıfımın içine eden kişi. Öyle mal gibi durdu tahtanın önüne gelip, kendini tanıtacak kadar Japonca bilip bilmediği bile meçhuldü uğursuz ağzını açana kadar. Bizim hocanın beklentili bakışlarının altında bir miktar ezilmiş olacak ki konuşma ihtiyacı hissetmişti. "Langa," dedi. "Adım Hasegawa Langa." Bizim hoca tabii çocuğa dik dik bakmaya devam etti. Langa'nın burayla ilgili zerre bilgisi olmadığı baştan belliydi, bizim ahlak kurallarımıza göre -kendimi 'biz'den ayrı tutarak- birilerine kendini tanıtırken bir dakika falan konuşman lazımdı. Aralıksız yani. 'Adım şu, yaşım bu, şu spordan hoşlanırım, bunu çok iyi yaparım, ah, sen de mi seversin onu, evet, ben de bayılırım, tanıştığımıza memnun oldum.' Böyle bir şeyler söylemeniz gerekir. Sıkıcı, açıkçası. Kendimi tek kelimeyle özetleyebilirdim. Skateboard. Her şey bu kadar kolaya indirgenebiliyorsa uzun uzun kendini açıklamaya ne gerek vardı ki? Sanırım Langa -hayatında ilk ve son kez- benimle aynı fikirde olacak ki utana sıkıla ağzının içinde bir şeyler geveledi. "Bir de... snowboard yapmaktan hoşlanırım. Bu kadar."

Bu ilham verici konuşmadan sonra hayatın bize bir takım küçük tesadüfler hazırlayası gelmiş olacak ki bizim hoca bunu tam yanıma oturttu. Ben de fırsattan istifade incelemeye başladım tabii onu.

Güzel yüzü vardı aslında. Sanattan pek bir şey anlamazdım ama sanatçıların referans olarak kullanmak için deli olacağı bir yüzü vardı, eminim. Kar beyazı teni, renkli dudakları, yer yer kendini belli eden sıralı benleri vardı. Lacivertle buz mavisi arasında gidip geliyordu gözleri. Saçları da aynı gözleri gibiydi, maviydi. Saç boyaları hakkında pek bilgim olmadığından içimden 'Nasıl yani, doğal olaraktan mı mavi saçlı olarak doğmuş?' şeklinde bir düşünce sekansı geçmişti.

Sanırım çok belli ediyordum onu süzerken, birdenbire bana dönüverdi bakışları. O anı hâlâ daha adım gibi net hatırlıyorum, tahtada tüm sınıfa gösterdiği bakış değildi bu bakış, başka bir şeydi. Gözlerinin içinde bir şey parlıyordu ve ben o an bunu yakaladığımdan emindim.

Bir saniye sonra gözleri eski donuk mavi hâlini almıştı. Başımı çevirdim, camdan dışarıyı izlemeye koyuldum. Kış erken gelecek gibiydi. Gerçi bu pek de sorun değildi benim için, üşümezdim genellikle. Yine de annem beni kat kat giydirmekten bir türlü vazgeçememişti. Derince bir iç çektim.

"Reki," dedi hocanın olduğunu biraz geç anladığım ses. "Soruyu çözmek için gönüllüsün herhalde." Gözlerimi camdan çekip dehşet içinde bir tahtaya bir de hocaya baktım. Matematikçi, diye düşündüm, hakikaten bu kadar matematik çalışmaktan kafayı sıyırmış. Tam sorudan kaçmak için bahanelerimi sıralayacaktım ki çalan zille beraber buna gereğin olmadığı tescillenmiş oldu. Matematikçi sınıftan çıkmadan önce bana kaş göz yaparken elimi kaldırıp sakince sallamakla yetindim. Adam takıktı bana, üç yıldır salmıyordu yakamı. Ne yaptım, inanın ben bile bilmiyordum. Sanırım durduk yere birine kinlenesi tutmuştu.

Çok da umursamadan çıktım sınıftan. Başka hiçbir okul görevlisiyle on dakika boyunca karşılaşmayacak olmanın mutluluğu içim sanırsam biraz erkendi, çünkü yolun yarısında rehber hocamız tarafından koridorun ücra bir köşesine çekilmiştim.

Ufak tefek kadın gülümseyerek gözlüğünü düzeltti ve konuşmaya başladı: "Reki, sana bir görev versem yaparsın, değil mi?" Tek kaşımı kaldırıp sessizce başımı salladım. "Sizin sınıfa gelen yeni öğrenciyi gördün herhalde?" Onaylar biçimde tekrar başımı salladım, bu işin nereye gideceğini şimdiden tahmin edebiliyordum. "Çocuk değişim öğrencisi, annesi Japoncayı da pek bilmiyor dedi. Buraya gelmeden önce hoş olmayan şeyler yaşamış, dolayısıyla biraz da içine kapanıkmış. Sen bilirsin işini, konuş şu çocukla azıcık, yalnız hissetmesin kendisini. Arkadaş olun oğlum."

Al işte. Yine 'aşırı sosyal pastel çocuk' imajım yüzünden bu tip öğrenci işleri bana kalmıştı. Hayır, hocam, canım hocam, okulda başka öğrenci mi kalmamıştı gerçekten, neden beni bu belaya bulaştırdınız, hâlâ aklım almıyor.

Her neyse, kabul ettim tabii ki, reddedecek göt yoktu bende. Kalan birkaç dakikamı farklı arkadaş gruplarıyla aylaklık yaparak geçirdikten sonra zilin çalmasıyla soluğu yine sıramda almıştım. Langa'ya baktım. Tüm teneffüs boyu çivilenmişçesine sırada oturmuş gibi bir hâli vardı. İnsanları durgun görmekten nefret ederdim. Onu biraz neşelendirmek istedim. Ve yüzyılın en aptalca sorusunu, bugün bile peşimi bırakmayacak o soruyu sordum.

"Pişt, yeni çocuk! Favori Spider-man'in kim?"

Ve her şey, daha spesifik olmak gerekirse Langa ve benim yıllar sürecek ayrılığımız tam olarak böyle başladı. O soruma Andrew Garfield cevabını vermedi, ben de kıyameti kopardım.

bu sefer de flop birakirsaniz kendimi oldurcem😋😋

best spider-man, rengaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin