"Acıyor mu?" diye sordum bir akşam, sessizce kucaklaşırken. Yazın sonuna gelmiştik, bunaltıcı sıcak hâlâ adada hakimdi, Langa'yla hep dipdibeydik ve şikayetçi değildik.
"Sen öpünce geçiyor," dedi elimi katlanan tişörtünün altından görünen bandajlardan çekip kendi eline kenetlerken.
Epey yol katetmiştik.
Bir aydır her şeyi beraber yoluna sokmaya çalışıyor, birbirimize destek oluyorduk. Langa'nın saç dipleri sarı çıkıyordu, tabii görmemiş -ben yani- için Japonya'da doğal sarışın görmek pek günlük hayattan bir kesit değildi. Sorduğumda babasının da sarışın olduğunu, ondan geçtiğini söylemişti. Maviye dönmek istiyordu ama onu geri çeken bir şeyler de vardı. Bulduğum her fırsatta saçıyla oynuyordum, sorun olmadığını böyle anlatmaya çalışıyordum.
Annemi erkek arkadaşım olarak resmen Langa'yla tanıştırdım bu arada. Annem herkesi sever zaten, Langa'yı da sevdi. Kendi oğlu gibi kabul etti onu kısa sürede. Bazenleri Langa'nın evinde bazen de bizim evde tüm gün vakit geçirdiğimizden birbirimizin annelerine alışmak durumundaydık. Neyse ki annelerimiz düşündüğümüzden daha anlayışlı insanlardı.
Gerçi ben hâlâ Langa'yla parmaklarımız birbirine değse heyecanlanıyordum. Aylar boyunca tek taraflı olduğunu düşündüğüm hislerin karşılık bulduğunu öğrenmemin hemen ardından, onu en çok kaybedeceğimi düşündüğüm anda Langa'yı geri kazanmıştım. Hem de aklıma gelmeyecek kadar değerli bir şekilde. Erkek arkadaşım, sevgilim, ilk aşkım.
Ben onun kollarının arasında olmanın rahatlığıyla kolayca mayışırken hızlıca eğilip dudaklarımdan bir öpücük çaldı. Ne zaman tepki veremeyecek durumda olduğumu görse bunu yapıyordu, normalde de öpüşmüyor değildik ama böyle bir anda çalınan öpücüklere kendince bir anlam yüklemiş olmalıydı. Ben de ona istediğini veriyordum sonuçta, şok olmuş sevgili rolünü üstlenip yüzümü geç gelen bir tepkiyle boynuna gömüyordum. Huylandığını bildiğimden yapıyordum bunu, ve rüyalarımın gerçeğe en yaklaştığı anın bu olduğunu bilerek dudaklarımı hafifçe köprücük kemiğine bastırıyordum, onu korkutup kaçırmayacağına emin olduğum bir hafiflik.
Birçok şey monoton hâline dönmüş olsa da benim gerçeklikle hayali karıştırdığım o mizahi duygusu yüksek durumda pek bir değişiklik olmamıştı. Ne zaman Langa'yla çok samimi bir duruma girsek kaybolacağını, ya da kaçıp gideceğini düşünmekten kendimi alamıyordum. Bazen ellerimiz birbirimizin bedeninde alışık olduğumuzdan daha uzun süre oyalanıyordu ve ben bir anda ne yapacağımı bilemiyordum. Onu soluksuz öpüşümden sonra dudaklarımı nereye koyacağımı bilemiyordum.
Bu konuda aramızda sessiz bir anlaşma vardı sanki, Langa benim korkaklık ettiğimin farkındaydı ama sesini çıkarmıyordu. Ben de bunu korkumun üstesinden gelmeye çalışarak kullanıyordum. Kendime Langa'nın yanımda olduğunu hatırlatıyordum sürekli, yalnız olduğum o günler gerçeklik algımı öyle çarpıtmıştı ki bazen hâlâ kafamda kurup kurmadığıma emin olamadığım anlar yaşıyordum.
"Gece burada kal," dedim rahatlatıcı bir sessizliğin ardından. Kalmasını istiyorsam kal diyordum, sormaktan vazgeçeli biraz olmuştu. Langa da aksinde diretmiyordu zaten. Bir gece yine kollarımız birbirimize dolanmış, konuşurken bana uyumakta sıkıntı çektiğinden bahsetmişti. 'Ama sen yanımda olunca hayatımın en güzel uykusunu uyuyorum,' demişti ardından. Kan yanaklarıma hücum etmişti, neyseki oda karanlıktı.
Sessizlik sürüp giderken son diyebileceğim yaz gecelerinden birinde olduğumuzun farkındalığıyla kulak kabarttım. Ateş böceklerinin sesi bir döngüye girmiş gibiydi, çok dikkatli dinlersem Langa'nın nefes sesiyle karışan denizin dalgalarını duyabiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
best spider-man, renga
Fanfictionlanga hasegawa'nın reki kyan'ı sinir (âşık) etme maceraları