bundan sonra her bolume sufjan stevens sarkisi atamaya karar verdim nasilim
"Nasıl telaffuz ediyorsun onu ya?"
Langa elindeki taiyaki*den bir ısırık daha alırken garip bir ifadeyle konuştu.
İnanmayacaksınız ama o geceden sonra gerçekten baştan başlamıştık. Okul aralarında beraber takılıyor, arada bir Spider-man atıştırıyorduk. Langa fazla arkadaşım olmamasına şaşırmıştı, söylediğine göre dışarıdan bakılınca bayağı sosyal birine benziyormuşum. Ben de küçük çaplı bi' sinir krizi geçirdim tabii, her seferinde bu imajın oluşmasına neyin, nasıl sebep olduğunu sorgulamaktan yorulmuştum.
Bu sırada Langa da bana biraz açıldı. Tek çocukmuş, bu yaza kadar Kanada'da yaşıyormuş ama ailevi sebepler yüzünden annesinin memleketi, Okinawa'ya dönme kararı almışlar. Bunun dışında onun müzikle de çok içli dışlı olduğunu fark ettim. Genellikle şu Sufjan Stevens dediği adamın şarkılarını dinliyordu. Çoğu zaman bir kulaklığı ikimiz paylaştığımızdan benim de dinleme şansım oluyordu ve şarkılar gerçekten kulağa Langa gibi geliyordu. Garip bir his ama Langa cidden aynı o şarkılara benziyordu. Huzurlu ama huzursuz, yavaş ve sakin, şafak sökerken gökyüzünün aldığı renkler, yağmurdan sonra çimlerin kokusu, sabah beş ve altı arasındaki zaman aralığı, çarşaf gibi düz bir deniz, geçen gün sokakta gördüğüm başıboş beyaz sokak kedisi, deja vu hissi, bana hiç yaşamadığım hayatları hatırlatan şarkılar, mavi ve mor renk skalası, Sulfjan Stevens'ın Futile Devices şarkısı. Bunların hepsi bana Langa'yı hatırlatıyordu.
Oturup düşünene kadar etrafımdaki birçok şeyde istemsizce Langa'yı aradığımın farkında bile değildim aslında. Kendiliğinden oluveriyordu. Tabii bunları hep içimde tutuyordum, Langa'ya söylesem ne tepki verirdi, bilemiyordum. Zaten kendisinin birkaç haftada hayatımı bu kadar etkilemesi ve buna tam zamanlı olarak devam etmesi beni bazen şaşırtıyor, bazen de korkutuyordu. Alışılmışın aksine ona çabuk bağlanıyordum, bir anda çekip gitse hissedeceğim boşluğu uzun süre atlatamayacağımı biliyordum.
Ben bu düşüncelere dalarken beni çekip çıkaran yine Langa'ydı.
"Reki? Sana diyorum."
"Ha?"
"Şunu," dedi elindeki taiyakiyi göstererek. "Nasıl telaffuz ediyorsun dedim."
"Haa."
Verdiğim anlamsız cevaplarla kaşları çatıldı. "Sen beni dinliyor musun ki?" Tatlı bir sinirle sorduğunda gülümsedim. Onunlayken hep içten, hep mutluydum. Huysuzluğumu ve huzursuzluğumu gidermeyi çok iyi beceriyordu.
"Dinliyorum elbet," dedim her zamanki gevşek tavrıma dönerken. "Ta-i-ya-ki. Nasıl yazıyorsam öyle söylüyorum işte Langa." Aldığı cevapla tatmin olmayan Langa surat asmaya devam etse de taiyakiyi büyük bir hevesle yemesinden beni ciddiye almadığını anlamıştım.
O an aklıma bir şey geldi. Onu hiç eve davet etmemiştim. Kabul eder miydi, bilmiyordum ama bugün bütün şartlar kabul etmesi üzerine bir araya gelmiş gibiydi. Okuldan çıkmıştık, sınavlar bitmişti ve rahattık. Annemle de aramız düzelmişti az çok, yani bana kızacak durumda değildi. Kafamda ihtimalleri ölçüp biçtikten sonra sormaktan bir zarar gelmeyeceğini düşündüm.
"Langa ya," diye girdim söze. Çiğnediği lokmaların arasında devam etmemi onaylar tarzda bir mırıltı çıkardı. "Bize gelsene bugün." Onun yüzü dışında her yere bakıp normal bir şeyden bahsediyormuş gibi görünmek için ekstra çaba harcıyordum.
Yanımdan gelen şiddetli öksürük sesiyle kafamı ona çevirdim. Bir eli göğsüne gitmiş, muhtemelen boğazına takılan taiyaki parçasını çıkarmak için çarpık bir ritimle göğsüne vurup duruyordu. Telaştan elim ayağım birbirine girdiyse de bozuntuya vermeden ben de bir elimi destek amaçlı sırtına attım. Çok geçmeden sakinleştiğinde sırtındaki elimin ona yardımcı olmaktan çok uzakta olduğunu fark ettim. Bilinçsizce elimin altındaki kumaşta parmaklarımı gezdiriyor, daireler çiziyordum. Bu görüntüyü gördüğüm gibi utançla elimi geri çekmiştim. Neyse ki Langa o an kendiyle çok meşgûl olduğundan beni fark etmedi. Bir süre sonra da öksürükleri dindi, sakinleşti zaten.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
best spider-man, renga
Fanfictionlanga hasegawa'nın reki kyan'ı sinir (âşık) etme maceraları