"Çalışmıyorum ya! Sıfır çekeceğim tüm sınavlardan! Olsun, sınıfta kalsam ne yazar ki? Okuyup masa başı çalışmaktan iyidir aylaklık yapmak!"
Hiçbir cevap almaksızın yüzüme çarpan kapının önünde sinirle dikildim.
Annemle bu ay ettiğimiz kaçıncı kavgaydı bilmiyordum. Sınav haftası da gelince iyice gerilmiş olacaktık ki yine bir tartışma patlak vermişti. Hızlı adımlarımı, yolunu adım gibi bildiğim parka yönlendirdim. Ne zaman böyle sinirimi bozan bir olay yaşasam soluğu burada alırdım. Parkın ayrı bir havası vardı, manzarası tüm Okinawa'yı gözler önüne seriyordu. Bütün uç duygularım burada olunca dizginleniyor, bir nevi ruhen kendimi arındırıyor, rahatlıyordum.
Yaklaştıkça göğsümdeki rahatsız edici ağrının azaldığını hissedebiliyordum. Kalp atışım yavaşlıyor, zihnim de açılıyordu. Başımı yoldan kaldırıp güvenli yerime bir bakış attığımdaysa beni uzun süre sonra ilk kez şaşırtan bir manzarayla karşılaştım.
Parkın denize bakan tarafındaki banklardan birinde, ay ışığının yansıttığı mavi saçlarının dibinde siyah teller görünen, hava kasıma aykırı bir şekilde bunaltıcı derecede sıcak olsa da üstüne bir ceket geçirmiş olan Langa oturuyordu. Ayakları sürekli ritim tutuyor, deniz o gün dalgasız olduğundan sessiz olan ortama canlılık kazandırıyordu.
Nedenini bilmiyorum, şu güne kadar da o gece neden böyle bir şey yaptığımı anlayamadım ama içimden bir şeylerin beni dürtmesi üzerine onun yanına gitmek gibi deli saçması bir karar aldım. Hâlâ sinirli temposunu kaybetmeyen adımlarımı yavaşlatıp onu korkutmaktan çekinircesine bir titizlikle oturduğu banka doğru yürüdüm. Açıkçası, aklımda onunla konuşmak falan yoktu, o yüzden yanından geçip banktaki boşluğa oturmak o kadar da zor gelmemişti.
Bir iki dakika durup soluklandıktan sonra nihayet aklıma ona bakmak geldi. Sanırım, ona bakmanın canımı o kadar yaktığı başka bir zaman yoktu.
Dağılmış gözüküyordu. Belki o an benden bile dağılmış gözüküyordu. Uzaktan fark etmemiştim ama mavi uzun saçları birbirine girmiş, bir sebepten dolayı kızarmış beyaz tenine gölge tutmuştu. Saç tellerinin arasından görebildiğim kadarıyla mavi donuk gözleri de o geceki dolunayı izliyordu. Anlık gözüme takılan dudakları her zamankinin aksine kuruydu, sessiz nefesler alıyor, arada burnunu çekiyordu. Bir de her geçen saniye kollarını daha çok kendine sarıyordu. Aptal olduğumdan başta üşüdüğünden böyle yaptığını zannetsem de sonradan durumun öyle olmadığını anladım. Bir şeyin ya da birinin yerini doldurmak istercesine kendine sarılıyordu, bir nevi kendisini korumaya çalışıyordu.
Onu uzunca izlediğimi biliyordum. Ama bunu hatırlamam için donuk mavi gözlerinin ruhumun içine bakar vaziyette bana dönmesi gerekmişti. Galiba o ana kadar yanına gelip oturanın ben olduğumu fark edemeyecek kadar odaklanmıştı, şaşkın görünüyordu çünkü. İlk geldiği günden beri yüzünde pek fazla duygu göremediğimden olsa gerek onu şaşkın görmek beni de şaşırtmıştı. O salak halimizle bir süre daha anlamsızca bakışmaya devam ettik.
Tabii, benim yapım biraz gevşek olduğundan böyle gergin ortamlara çok fazla gelemiyordum. Her zaman olduğu gibi panikleyip gerginliği dağıtmak için de konuşmayı seçtim.
"Tom Holland neden senin için en iyi Spider-man mesela?"
Langa anlamamış gibi bana baktı.
"Ha?"
"Tom Holland, diyorum, nesini bu kadar başarılı buluyorsun da onu üç Spider-man'in içinde birinci sıraya koyuyorsun?"
Langa'nın hâlâ neden bir anda yanına dikilip böyle bir konu açtığımı anlamadığına emindim ama bir sebepten küçük sohbetime ayak uydurdu. Arada bir çatlayan sesiyle konuşmaya başladı
"Vermek istediği duyguları hissedebiliyorsun. Marvel'ın deneyimsiz 'nerd' imajına uyuyor. Oynadığı bütün oyuncularla kimyası tutuyor. Bir de, yakışıklı adam yani. Ben hoşlanırım yakışıklı erkeklerden."
Son söylediklerini sindirmek için birkaç saniye mal gibi yüzüne baksam da pek başarılı olamamıştım. Söylediklerinin yüzde doksan dokuzu söylediği tek cümleyle uçup gitmişti. Dalga mı geçiyordu yoksa okulda sürekli bilerek ya da bilmeden sinir ettiği çocuğa bir anda açılası mı gelmişti, bilemiyordum.
"Senin favorin neden Andrew Garfield?" dedi Langa ondan beklemediğim şeyler yapmaya devam ederek. Gerçi onu ne kadar tanıyordum da hareketlerinin beklenir olup olmadığına karar veriyordum ki? Düşüncelerimi susturup sorusuna odaklandım.
"Bir kere herif kendisine büyük saygısızlık olduğuna inandığım reprezil senaryolarla çekilmiş iki filmi de tek başına sırtlanmayı becermiş. Çizgi romanlardaki Peter Parker karakterinin matraklığını ve ciddiyetini aynı anda yakalayabilen bir performans da sergilemiş. Ayrıca Emma Stone'la da öyle bir kimyaları uymuş ki o boktan iki filmi çekilebilir kılmayı başarmışlar. Hani bir de, adam dehşet yakışıklı. Ben de hoşlanırım, yakışıklı erkeklerden."
Bu sefer de Langa şaşırmıştı. Belki de onu ciddiye aldığımı düşünmüyordu, kim bilir. Ama kısa süre içinde yüzü eski donuk ifadesini tekrar kazanmıştı bile. Kuru dudaklarını aralayıp biraz ıslattıktan sonra tekrar konuştu.
"Nereden esti buraya gelmek, gecenin bu saatinde?"
Hayretle kaşlarımı kaldırdım, bu soruyu soruyor muydu gerçekten?
"Annemle kavga ettim. Ayrıca burası ezelden beri benim alanımdı, kafama eserse gecenin bu saatinde de gelip bu banka otururum, ders ortasında da."
Hırsla konuşmam onu güldürdü. Uzun süreden sonra ilk kez gülüyormuş gibi bir beceriksizliği vardı. Hoşuma gitmişti.
"Sen neden buradasın?" diye sordum aniden gelen cesaretlerle. Gülümsemesi soldu, gözlerini ayaklarına kitleyip gevşemiş kollarını kendisine daha da sıkı sardı.
"Annemle kavga ettim."
Benim aksime bu konuyu çok kafasına takıyor gibi duruyordu. Yine de birbirimizi pek tanımadığımız için sınırlarımı aşıp ne olduğunu sormak istemedim. Özeline karışmak haddim değildi.
Tüm bunların arasında bir anda tek kulağına taktığı kulaklığı fark ediverdim. Aramızda tekrardan oluşan tuhaf sessizliği kırmak için de bunu hemen fırsat bildim tabii.
"Ne dinliyorsun?"
"Vesuvius, Sufjan Stevens. Dinler misin?"
Boşta kalan kulaklığı uzattı. Başımı olumlu yönde sallayarak kulaklığı elinden alıp kendi kulağıma yerleştirdim. Dışarıdan baktığımda Langa'nın dinleyeceği türden bir şarkı gibi durmuyordu. Yine de biraz dinleyince onun neden bu şarkıyı şu an dinlediğine anlam verebildim. Sözlerinden pek anlamasam da sakinleştirici bir melodisi vardı. Sözlerinin de depresif olduğunu tahmin ettim.
Uzunca bir süre öylece yan yana oturup sakin ritimde giden bir ton şarkı dinledik. Ne o tek kelime etti ne ben. Güneş doğana ve karanlığa uyum sağlamış olan gözlerimi kıstırmaya başlayınca gitme vaktinin geldiğini anladım. Ben kulaklığı kulağımdan çıkarıp ayaklanınca Langa da ayağa kalktı. Bir şeyler söylemek ister gibi bir hâli vardı ama bir türlü sözcükler ağzından dökülmüyordu. Derin bir nefes verip elimi ona doğru uzattım.
"Baştan başlayalım. Ben Kyan Reki, skateboard şu hayatta yapmaktan gerçekten zevk aldığım tek şey ve favori Spider-man'i Andrew Garfield olan biri olarak seninkinin Tom Holland olduğu gerçeğinden nefret ediyorum."
Langa uzattığım eli çok da tereddüt etmeden karşıladı.
"Baştan başlayalım. Ben Hasegawa Langa. Sadece derdimi anlatacak kadar Japonca biliyorum ve daha şimdiden seni sinir etmeye bayılıyorum."
Böylece Hasegawa Langa, bir anda başımın belası oluverdi.
EVET SK8 IKINCI SEZON + OVA HABERINE OZEL BI TIK GECIKMIS BOLUM. bu haberw asiri dellendim acikcasi yerimde duramiyorum. bu arada dinledikleri sarkiyi koydum medyaya, sufjan stevens'in stilini gercekten seven birisi olarak bana en huzur veren sarkilarindan biri oldugunu soyleyebilirim. tavsiye edilmistir 👍
ŞİMDİ OKUDUĞUN
best spider-man, renga
Fanfictionlanga hasegawa'nın reki kyan'ı sinir (âşık) etme maceraları