Yararlandım hayatın en tabi halinden. Kaç vurgun yedim bilmem lakin artık nefes alacak kadar bile derman kalmadı yüreğimde. Sessizliğin ortasından geçen o yakıcı ızdırap tüm ahengini bana savurdu. Ben kimdim?
Kim olmak için var olmuştum.
Kim dediğinin bile kimsesi varken benim hiç gibi yarınlarım vardı. Bir yokuşu tırmanandım lakin o yokuştan da inmeye cesaret edemeden o varlık bendim. Şu kocaman hayatta kendime verdiğim en yegane duygu hatırlamaktı var olanı.
Ben Gümüş
Kimsemin kimsem olduğunda anladım varlığının ne kadar zulüm olduğunu yalnızlığın.
1980
"Gümüş"
Babaannemin ince ve yorgun çıkan sesiyle bakışlarım ona doğru döndü. Suretine biçilen yazgı yüzünün aldığı şekil yıllarının üstünde bıraktığı yükün nişanesiydi. Yanakları oldukça kırmızı ve tombuldu. Beyaz teninin altında yatan kırmızı kan damarları ara sıra suretinde belli olurdu şimdide o nadir zamanlardandı. Tebessüm edebildiği kadar kısılan gözleri suratından kayboluyordu. Elimde tuttuğum tarağı önümde duran komidinin üzerine bıraktım.
"Buyur babaanne"
Gözleri epey derinleşmişti. Yanıma kadar geldi ve elleri omuzlarımı buldu. Bakışları benim aksime karşımda duran aynanın üzerinde gezinmeye başladı. Yüzüm aynaya döndüğü an onun ela gözlerine tutundu. Ela gözlerinin çevresini kaplayan halkalar yılların onu üzerinde bıraktığı tesirden ibaretti.
"Yavrum bu gün görüş günü ağabeyin bizi bekler geç kalmayalım emi" diyen sesi hüzün dolu çıkmıştı. Gözlerinde kalan derinlik gitmiş yerini bambaşka duygular getirmiş olan kadın benim aksime cümleleri rahatça kurabiliyordu. Ben o cümleleri yıllardır rahat kuramaz iken o rahatça kurabiliyor olması üstünde duran olgunluğun belirtisiydi. Çünkü alışkanlık olsa anlaşılırdı. Veyahut o alışkanlığı yıllardır kuramamış hatta içimde benimseyememiştim. Çıkmaz sokaklarda kalan hislerim doludizgin bir hayata kurban gidemezdi. O hayat benim boğazıma halat geçileli hayli zaman olmuştu. Gözlerimi, onun bakışlarından kaçırdım. Başımı olumlu anlamda salladım. Onunda bakışları aynadan kalkmıştı.
"Biliyorum" ince sesim kesik bir tonda duruyordu. Ayağa kalktığım da omuzlarımda duran ellerini çekmişti. Boyu benden epey kısa oldugundan göğsüme kadar geliyordu. Ona doğru eğilip yanağına sulu bir öpücük kondurdum. Bu yaptığımda hiç hoşlanmazdı.
"Deli kız" diyen sesle ona doğru döndüm. Ellerinin tersiyle yanağını silmişti. Kulaklarının altına gelen ağaran saçlarını arkaya doğru ittirdi.
"Bu kadar cezbedici olmasaymış öyle tombular ki tam ısırmalık" ona doğru uzanan ellerimi tuttu. "Eğleşme benlen deli kız senin okulun yok mu?" Başımı salladım. İki saat sonra önemli bir dersim vardı. Elime aldığım kırmızı kabanı üzerime geçirmeye çalışıyordum. Kabanın kalıbı ağır olduğu için zor oluyordu.
"Elbette var. Hatta geç bile kaldım Öğleden sonra meydanda buluşuruz olur mu? İstersen eve gelip seni alabilirim" Başıma geçirdiğim siyah şapkayı düzeltmeye başladım.
"Ben gelirim kuzum. Buralara gelmekle hiç uğraşma. Hem ben o kadar kocamadım" yüzünü buruşturan babaannem yaşlandığını hala kabul etmek istemiyordu. Gerçi oda haklı bir düşünce yapısıydı. Kim yaşlandığını kabul etmek isterdi ki. "İyi madem" Gıcırdayan merdivenlerden aşağıya doğru inmeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güz Matemi
AléatoireMahkûm bir aşkın matemi "Sen bilir misin ki içimden geçen Sergüzeşt, ruhumun Medceziridir." Gözlerim tozlu rafların arasında ona kaydı. Parmakları arasında tuttuğu kitabın sayfalarında gezen eli aheste aheste yavaşladı. Düşündüğü şey mi onu acelesin...